29 Aralık 2008 Pazartesi

POSTMODERN DİNSEL ANOMİ MAKALESİ ÜZERİNE (Ali Yaşar SARIBAY)

Üstinsanınizinde: Buyrun sayın A.
Dermensch: durkheim sosyolojisinde birey topluluğun/toplumun bir anlatımı olarak kabul ediliyor.
Ama birey mi toplumun bir parçasıdır? Birey mi toplumu yaratır?
Toplumlar mı bireyi yaratır?
Üstinsanın izinde: Şimdi öncelikle bu iki kavramı birbirine indirgemek yanlış ve böyle bir soruya cevap vermekte çok zor. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki birey ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki söz konusudur.
Ve birey olma bilinci kolektif bilinci zayıflattığından dolayı birey yapı olarak cemaati gerileten ve cemiyete hizmet eden bir kavramdır.
Dermensch: kolektif bilinç bireylerin eylemlerini belirliyorsa o kişilere gerçek anlamda birey denilebilir mi? Yani birey var sayılan insanlar yönlendirilmekte değil midirler?
Üstinsanınizinde: Benim düşünceme göre birey olma kolektif bilinçten mümkün olduğunca sıyrılabilmekle mümkün
Elbette kolektif bilinçten sıyrılabilmenin belli zorlukları vardır, ancak bundan sıyrılabildiğimiz ölçüde bireyiz.
Birey olma bilincimiz geliştikçe dayanışma duygusu zayıflayarak anomiye yol açar diyor Durkheim
Bu yıllarca yanlış anlaşılmış, Çünkü Durkheim'in anomi kavramı yanlış yorumlanmış.
Dermensch: toplumlar bireylere mi ihtiyaç duyar yaşayan sıradan insanlara mı?
Üstinsanınizinde: Durkheim anomiyi tanımlarken Fransızca Dereglement kavramını kullanmaktadır yani onun anomiden kastı kuralsızlık değil verili kurallara aykırı irrasyonel davranıştır. Aslında bu olaya bir ihtiyaç olarak bakmamak lazım Sayın A.
Dermensch: isim vermeyelim K.
Üstinsanınizinde: bu sorununun cevabı da toplum tanımlamamıza göre değişir.
Dermensch: peki toplum sadece kalabalıkları mutlu etmek için kullanılan bir terimidir
bir çerçeve oluşturmak için yönetenlerin uydurduğu.
Üstinsanınizinde: Evet aslında bu anlamda yorumlanabilir.
Dermensch: Yani sadece kalabalıklar ve yönlendiriciler mi yoksa bilincin ve ortak amaçların olduğu bir topluluk mudur söz konusu olan?
Üstinsanınizinde : Toplum bir verili kurallar bütünüdür.
Bir toplumsal yapıya girmeden o yapının doğruları yanlışları sevapları günahları iyileri kötüleri verili olarak kodlanmış bir şekilde bize sunulur
Yani bizim dışımızda belirlenmiş bir dünyaya gireriz aslında
ancak bu şu demek değildir
her şey belirlenmiştir ve bunlara hiç etki edemeyiz
asla böyle bir anlam çıkarılmamalı
Bir topluluğa katıldığımızda biz de o toplumla onun kurallarıyla yapılarıyla kurumlarıyla ve üyeleriyle etkileşime girerek onun şekillenmesinde etkili oluruz
Tabi ki bunu kendimizi içinde bulduğumuz şartlar içerisinde yaparız
İşte tamda Durkheim anomi kavramına bu noktada değinir
ve onu verili kurallara aykırı irrasyonel tavır olarak tanımlar
Onun sosyolojisinde anomi iki şekilde tezahür eder
birincisi çılgınlık durumu ikincisi istencin tiranisi
ikincisi dipsiz arzuların tatmin edilememesini gündeme getirdiğinden acı çekmeye yol açar.
Dermensch : peki ama Postmodern kültür: her şeyin mübah sayıldığı ve herkesin kendi gerçeğinin geçerli olduğu bir özelliği içeriyorsa toplum ve birey nerde kalacak ??
insandan nasıl söz edilecek
Üstinsanınizinde : İşte postmodern toplum kavramı bu nedenle ikircikli bir kavram herkesin kendi gerçekliğini inşa etmeye çalıştığı her şeyin mübah sayıldığı ve her şeyin ben yaptım oldu diyerek meşrulaştırıldığı bir yapı nasıl toplum olarak tanımlanabilir ve toplumsallık bunun neresindedir Durkheim'in anomi kavramı onun başka bir kavramı olan homo duplex'e yani insanın çift katmanlılığına gönderme yapar ona göre insanın rasyonel ve irrasyonel bir katmanı vardır
dermensch : çift katman derken çift kişilikli mi demek istedin?
Üstinsanınizinde : kişiliktende öte katman derken varoluşun da ikili bir yolda ilerlediğinden bahsedilebilir. bu anlamda baktığımızda rasyonel bir proje olarak başlayan ortaya koyulan modernizmin nasıl olupta irrasyonelleşerek bir çöküşe doğru gittiğini anlayabiliriz
Dermensch : kalp ve akıl mı peki yoksa ikiside kalbi mi zaten?
Üstinsanınizinde : akıl ve kalp bir ikililik
Dermensch : Schopenhauer e göre acı çekmek hayatın özü olup insan doğasının kaçınılmaz sonucuydu. İstenç aklın değil hepsi bilinçaltı ve duygusal mahiyetteki hayaller dürtüler, duygulanımlar, tutkular ve duygulardan oluşan kalbin sesiydi ve bu ses bedenden gelmekteydi diyor.
Ruhsa eğer esas olan isteklerde ona aitse, beden ruhun tatmini için bir araçmıdır sadece?
Ve ruh yada gönül: ruh mu ve ruh akla da hakim mi?
Üstinsanınizinde : ya aslında ben böyle indirgemelerden her zaman kaçmak istiyorum çünkü hiçbir şey hiçbir şeye eşit değildir bence
Ancak şu kadarını söyleyeyim ki istenç kalbe dayanan bir unsurdur çünkü tatmin edilemediğinde acı çekeriz ve insan aklıyla değil kalbiyle acı çeker.
Dermensch : Durkheim toplumu son tahlil de saf aklın tezahürü olarak gördüğü için anomi bağlamında tanımlanan istencini tranisinden kaynaklanan egoizmi insan doğasının düşük yanı olarak niteliyor
Toplum saf aklın tezahürü diyor ama öncede kolektif bilincin bir yansıması deniliyordu çelişki mi?
Üstinsanınizinde : Durkheim de Schopenhauer da kalbin akıldan baskın olduğunu vurgulamıştır
Üstinsanınizinde : elbette egoizm insanın düşük yönüdür diyor durkheim
Toplum kollektif bilinçten kökenlenen ve rasyonalize edilmiş bir kurgulamadır bence
bu nedenle herkesin kendi gerçekliğini inşa ettiği bir yapı bu kurguya zarar veriyor
bu noktada Dandy tiplemesine değinmek yerinde olacaktır
üstinsanınizinde : Dandyizm olarak anılan kültürel akım,her şeyden önce estetize edilmiş bir hayat tarzını önemseyen aristokratik ruhlu bireysel tavrı önemsemekteydi. Bununla beraber Dandy’ler burjuva değerleri reddediyorlar, kendilerini hiçbir yere ait görmüyorlar ve kan bağları olmaması durumunda bile,aristokratlar gibi olmaya özeniyorlardı. Bu çerçevede Dandy tiplemesinin, kendini var etme gayreti ve hırsının temellendirdiği bireyselliğe;şahsı etrafında kült (tapını) yaratmaya yönelik narsisizme; nihayet, bu her iki özelliğin kışkırttığı dipsiz arzuları beslemeye tekabül ettiği söylenebilir.
Sarıbay’ Dandyizmin moderniteye eklemlenmede bilinç alı bir model oluşturduğu, fakat farklı bir yorumlamayla postmodern kültüre yönelik bir anomiye yol açtığını iddia ediyor. yani dandizm kitlelerin moderniteyle eklemlenmesini sağlayış ancak bu durum postmodernizme yönelik bir anomiye neden olmuştur Dandy tipini yaratan temel koşul,kitlenin estetikten yoksun kabalığının meziyet şeklinde sunuluşuna gösterilen tepkidir. Bu anlamda, Dandyizm, modern kültürel değerleri alaya alan kitlenin alaya alınmasıdır
Dermensch : dandyler kitle eleştirisi mi yapıyor yoksa bir kitle meydana getirip karşıt taraf olmamıpeşindeler?
Üstinsanınizinde : Dandyizmin hedefinde kitleler vardır
Dermensch : peki kitle tepkisi midir dandyizm?
Üstinsanınizinde : Dandyizm asla kitle tepkisi değildir çünkü onun temelinde narsisizm egoizm ve gösterişçilik vardır bunlarda kitlesellikle bağdaşmaz.
Sarıbayın, Kitlenin modern değerleri olumsuzlayarak başlayan sorgulayıcılığı; kabul görme yönünde moderniteyle eklemlenmeye yol açmış; bu eklemlenmeyle modernitenin farklı bir algılanışı ve yaşanışı kendini göstermiştir. Sonuçta modernitenin değişimine paralel olarak anomi de mahiyet değiştirmiştir. Dandyism’in estetik endişelerinin gösterişçilik; bireyselliğe verdiği önemin egoistlik olarak algılanması, kitlenin moderniteyle eklemlenmesinin ürünleri olmuştur iddiası son derece önemlidir
Ali Yaşar Sarıbay, postmodern kültürün iki yüzünün olduğunu ve hangi yüzün etkili olacağının toplumsal alanın mahiyetine ve o alandaki eyleyenlere bağlı olarak ortaya çıkacağını belirtmektedir.
Dermensch : hangi yöne gideceğine kim karar veriyor ve din nerde bu konuda yoksa gösterişin bir parçası mı sadece?
Üstinsanınizinde : bir saniye sabırlı ol
Hocanın demek istediği hangi yüzün etkili olacağına failler yani bizler eylemde bulunanlar etki ediyor
Bununla beraber, ona göre mevcut bilgisel ilişkilerin ve kültürel yönelimlerin verileri ışığında postmodern kültürün negatif yanı ağır basmaktadır.
Bunu söylerken,postmodern kültürü kapitalizm gibi maddi bir zemin üzerine inşa olarak görmenin; bu zeminin moral değerleri dışlayan şekilde tamamen gösterişçi ve egoistik şekilde döşenmiş olduğunun önemi göz önünde bulundurulmaktadır. Egoizm ve gösterişçilik birbirini beslemektedir. Egoist olan, gösterişi, kendini ön plana çıkarmanın en önemli kaynağı olarak görmekte, gösterişçilik de, kendini başkalaştıran farklara sahip bir egonun varlığına işaret etmektedir. Egoizmin dışa vurumu olarak gösterişçilik, son tahlilde sahip olunan özel değerleri bile değersizleştirirken; aynı zamanda onları ilgi çekme uğruna sıradanlaştırmaktadır. Egoizm hayattaki sayısız tasarılarımızı gerçekleştirebilecek bir fırsatla karşılaştığımızda, ne kadar saklamaya çalışsak da, kendini açığa vuran bir güçtür ve özü gereği sınırsızdır.
postmodernizm,ana tabi olmayı yücelterek, kitsch’i değerlerin değeri yaparak, mesafeyi karanlığa gömerek, nihayet nihilizme davetiye çıkararak, moderniteyi aşamamıştır;tam tersine radikalleştirmiş ve ‘her şeyin mübah’ sayıldığı bir şekilde anomikleştirmiştir
peki din bunun neresindeSarıbay, anomi kavramını bu bağlamda, ‘‘her türlü verili kurala aykırı’’lığa zıt yönde kullanmaktadır,yani anomi dediğinde, kapitalizm temelinde,aslında aykırı olması gereken bağlamdan çıkarılıp, ‘‘her türlü verili kurala uygunluğun’’ gözetilmesini kastetmektedir. Onu postmodern yapan da bu özelliğidir: Zıtlıkların ‘her şey mübah’ anlayışınca bir arada var olabilme kabiliyetini edinmiş olması. Postmodern anomi dipsiz arzuların tatmin edilememesinden doğan bir acı çekmeye değil, aksine, bizzat arzudan doğan bir hedonizme denk gelmektedir. Dini bağlama oturtulursa,dini eksik yaşamanın verdiği bir acıdan çok, dindar görünmeden alınan bir zevkin daha baskın işlediği söylenebilir. Çünkü, mottosu ‘‘görünüyorum, o halde varım’’ olan bir kültürde görünmeme yarayan ne ise, var olmamı da o sağlayacak demektir.
Dermensch : Egoizm ve gösterişçilik birbirini beslemektedir diyorsun ama aynı olma yolunda yürüyen insan yığınları değil mi bizim hep şikayet ettiğimiz?
Üstinsanınizinde : elbette zaten söylemek istediğim o gösterişçi kültür kitleselleşmeye neden oluyor
yani eski aristokratik kültür ürünlerinin kitlelerle buluşması böyle bir sonuca neden olmuştur.
dermensch : yani herkes başkasını umursamaz kendini en yüce sanan hep benim diyen ama farkı olmayan insanlar.
üstinsanınizinde : : ilk başlarda iyi niyetle sanatın bilimin daha çok insana ulaşmasının güzel bir durum olacağı düşünülmüş ancak kitle yapısı nedeniyle bu kültürel ürünleri çöküşe uğratmıştır.
Dermensch :ama herkese aynı şey verilemeyeceği unutulmuş görmezden gelinmiş yada, bilgi ve kültür olarak.
Üstinsanınizinde: evet haklısın o nedenle kitlelerle buluşan yüksek kültür nesneleri anomiye neden olmuştur.
Dermensch: peki din neden alt seviyeye daha fazla dayatılmış? Yine her şeye rağmen yada sanattan ve kültürden nasiplenemeyeceğini düşünen kesim kaçışı dinde mi bulmuş?
Üstinsanınizinde: sonuçta ortaya çıkan yeni bir cemaat gösterişçi tüketim cemaati ve bu cemaati birleştirmede ve yönlendirmede din önemli bir unsur.
Dermensch: Dini öne sürerek teraziyi dengelemeye mi çalıştılar yani
Üstinsanınizinde: Değil, dinde aynı şekilde bir gösteriş nesnesine dönüşmüş tüm değerler ve kurumlar gibi oda tüketilen bir nesne haline gelmiş din emek sarf edilmesi gereken bir inanç değil ilgi çekmeyi sağlayan bir gösteriş şekli olarak algılanmaya başlanmıştır.
Üstinsanınizinde: Postmodern kültürde dini gösterişçilik konusu yapan faktör her şeyden önce onun kapitalist mantığa göre ekonomikleşmiş bir kültürel değer haline gelmesidir diyor.
(goodchild). Deyim yerindeyse din postmodern kültürde bir inanç olarak mukabeleye değil mübadeleye tabi hale gelmiştir. Buna bağlı olarak din inanç olarak, din, inanç olarak yaşanmamakta , gösterişçi şekilde tüketilmektedir.
üstinsanınizinde: lüks otellerde verilen iftarlar, tesettürlü gelinlikle o otellerde saraylarda yapılan düğünler, fakirlere tv kameralarıyla yardıma gidilmesi namaz kılarken poz verilmesi, tesettür defileleri
inançlı olunduğunun her yerde dile getirilmesi, tüm bunlar dinin gösterişçi tüketiminin bir göstergesi
dermensch: peki bu kendi inancından şüphe etmelerinin günahlarını saklamak istemelerinin bir sonucu mu aynı anda?
üstinsanınizinde: bu şekilde inanç sahiciliğini yitirip yapaylaşmakta değer kazandığı bağlamdan çıkarılarak metalaştırılmaktadır. Elbette insanlar dinin bu şekilde tüketilmesinden bir acı yada sıkıntı duymak bir yana bundan zevk alıyorlar çünkü hem dindar ''GÖRÜNÜYORLAR'' HEMDE '' GÖRÜNÜYORLAR''
dermensch: dinde reform yapılamaz diyorlar?
Üstinsanınizinde: Yapılır ve yapılmalıdır da dinin bu şekilde tüketilmesinin önüne geçmek için yapılması gereken kurumsallaşmış dini aşıp son tahlilde iktidar tahakküm ilkelerinin vücut verdiği bir meşrulaştırma ekseninde dayatılan formu gayrı meşrulaştırmaktadır.
Dermensch: Zıtlıkların her şey mübah anlayışınca bir arada var olabilme kabiliyetini edinmiş olması gerekli olan belki ama bunu kabul etmiyor hiç kimse.
Üstinsanınizinde: gerekli olur mu bugünkü durumumuzun sebebi o
ama dediğin gibi bunun varlığını kimse kabul etmiyor
dermensch: zıtlıkları kabul etmiyor ki hiç kimse sadece kendini haklı sayıyor zıt yok benim doğrularım var diyorlar ama
üstinsanınizinde: bak bir paragraf var orada Ali Yaşar Hoca ne güzel özetliyor durumu
‘‘Tüketimciliğin getirdiği bir yüz göz olma; teknolojik imkanların sağladığı hedonizmin bir ‘‘bananeciliği; maddi çıkarların sildiği duygudaşlık... sadece günlük hayatın olağanlığının göstergeleri olarak işlemedi;modernitenin ve postmodernitenin ressamları olarak dünya ahvalini de resmetti. Artık ortalıkta ne Simmel’in saygılı,ne de Schopenhauer’ın ıstırap duyan insanı var. Ama, Durkheim’in anomik ve Veblen’in gösterişçi figürleri hakim konumda. Ve bir kısır döngü yeni yüzyılda da sürüp gidiyor: Kriz bireyleri insansızlaştırarak derinleşiyor, derinleştikçe insansızlaştırma yeni bir form ve hayat tarzı olarak kendini gösteriyor. Bu durum ise krizi kriz olmaktan çıkarıp günlük hayatta olağan hale getiriyor. Bireyler ıstırap duymadıkları sözde kriz karşısında kaçışçı bir tavır alarak o krizi sanal olarak şekilde alt etmeye yöneliyorlar:yani tüketiyorlar, teknolojiyle oynuyorlar, egoist çıkarları maksimum kılmanın acımasız savaşını veriyorlar, somut ve maddi olanı baş tacı ediyorlar. Yeni bir medeniyet değil,adeta insansızlaştırılmış bir dünya kuruyorlar’’
Gerçekten harika anlatmış işte tam da bu kadar
Ben son olarak şunu söylemek istiyorum bu noktada insan olarak kendimizle yüzleşmemizi zorunlu kılan bir sorgulamaya yönelmedikçe ne 20. yüzyılı anlamış sayılırız nede önümüzü aydınlatmış oluruz
Dermensch: peki kendimizle yüzleşmek nasıl olacak kapılmışken bu denli akıntıya, bu denli dayatılmışlıkların peşine düşmüşken?
Üstinsanınizinde: bu bir iç sorgulamayla olabilir yalnızca insan olarak kendimizi en yüce varlık olarak görmekten vazgeçip kendimizi sorgulayarak bunu başarabiliriz.
Dermensch: Peki kendimizle baş başa kalmamız bu denli korkunç sayılmışken nasıl olacak?
Üstinsanınizinde: Bu da bizi yine Üst insan öğretisine götürüyor.
Bunun yolunu bu öğretiden yola çıkarak kendimizi sorgulamaktan ve aşmaktan geçiyor
Dermensch: belki hayat bir dakikalığına dursa, herkes düşünecek bir dakika bulsa her şey faklı olacak.
Üstinsanınizinde: Kesinlikle haklısın modern hayat her dakikamızı öylesine planlıyor ki
Dermensch: Ama bu düşünme olanağı yok çağımızda daha fazla kazan daha fazla tüket kazanamıyor ve tüketemiyorsan kazanacak olmayı hayal et sahip ol sahip ol asla arkana dönüp bakama…
Üstinsanınizinde: Biz yinede fırsat buldukça kendimizle samimi şekilde yüzleşmeliyiz. Ben çok teşekkür ederim bu geç gelen ziyafet için.
Dermensch: bende teşekkür ederim sayın K.

2 Eylül 2008 Salı

FELSEFE POLEMİKLERİ 2


Der Mensch: ne kadar büyük çelişkilerle dolu toplumuz.
Üst insanın izinde: neden?
Der Mensch: içki içmeyen adam düzgün adam sayılırken müslüman olduğu için içki içmeyen adam tepki görüyor müslümanım deyip içki içen adamda tepki görüyor.
Üst insanın izinde: ideolojik bir toplumuz biraz.
Der Mensch: ideolojik?
Üst insanın izinde: yani sürekli bizim gibi düşünmeyenleri ötekileştiriyoruz.
Hayata topluma insanlara ve ilişkilere ideolojik bir pencereden bakıyoruz.
Der Mensch: ama biz ne düşündüğümüzüde bilmiyoruz yukarıdaki cümleyi tek bir kişi kullanabilir
Üst insanın izinde: ne düşündüğümüzü bilsek en çok kendi toplumumuza düşman olur muyuz, herkes birbirini boğazlamaya hazır
Der Mensch: kendi kendini de tanımıyor insanlar ben kimim sorusunun cevabı yok
neye inanıyorum sorusunun cevabı yok.
Üst insanın izinde: zaten tüm bu sorular ben kimim sorusunun içinde
Der Mensch: kim olmalı insan?
Üst insanın izinde: böyle bir sorunun cevabı yok
nasıl olmalı demek daha doğru
Der Mensch: peki şööyle bir sorunun
Diye soracakken sen sordun.
nasıl olmalı insan?
Üst insanın izinde: bir kere bugün bize ahlak diye öğretilen tüm değerlerden sıyrılmalı kurtulmalı.
içinde bulunduğu ve kendini sürüleştiren tüm değerleri ve kuralları yıkmalı
özgür ve yaratıcı olmaya çabalamalı
hayata ve hayatın içinde kendi iradesiyle yada başka etkenlerinde etkisiyle yaşadığı yaptığı her şeyi kabullenmeli
zamanın döngüselliğini kavrayarak onu iyi okumalı
ve kendini ona göre konumlandırmalı
ve daha bir sürü şey sayılabilir.
ama bunlar temel kurallar
insan önce kendinin nasıl varolduğunu bilmeli
o süreci iyi idrak etmeli ki
varoluşuna etki edebilme gücü artsın
Der Mensch: o zaman toplum olunabilir mi?
Üst insanın izinde: elbette olunabilir
O zaman olmayacak tek şey cemaat
O zaman cemiyet olunabilir ama
insanları birbirine bağlayan bağlar cemaat bağları olmadığı içinde ne sürüleşirler ne de birbirilerine düşman olurlar
Der Mensch: simmel de buna yakın konuşuyor
Üst insanın izinde: Çünkü Simmel tam da bu dönüşümün yaşandığı bir dönemde tam da bu dönüşümün sancılarının en yoğun yaşandığı bir şehirde doğmuş ve yaşamış.
Der Mensch: biraz zorluyor kitap
yavaş ilerleyebiliyorum
Üst insanın izinde: olsun aceleye gerek yok
sen sosyolojinin temel kavramlarını okumadan onları okuduğun için biraz zor gelebilir
ama zamanla alışırsın
Der Mensch: zaman olgusuna değinirken Berlin’deki bütün saatler sadece 1saat için farklı zamanları gösterse ortalığın nasıl karışacağını söylüyor gerçektende ne komik olurdu
Üst insanın izinde: evet
burda şehir yaşantısının planlanışına vurgu yapıyor
ve modern toplumlarda zaman olgusunun ne kadar yapaylaştığına
modern zaman algısının kurgulanmış bir gerçeklik düzleminde durduğunu anlatmaya çalışıyor.
Der Mensch: peki yukarıya dönüyorum bir tane adamı ele alalım
Üst insanın izinde: evet
Der Mensch : evli 2 çocuğu olan bir memur mesela
metropolde yaşıyor
yada rahatlatalım biraz orta derecede maaşı olan
adam duygusal yapıya sahip
ama karısı ve çocukları çok şeye sahip olmak istiyor
Üst insanın izinde: genelde böyledir zaten
Der Mensch: adam tarihle ilgileniyor
ilgi alanı çevresince saçma bulunuyor
iş yerinde de her kes pahalı zevklere sahip
ama orda o da öyle gözüküyor
şimdi bu adam neye nasıl karar verecek ne olmalı bu adam?
toplumun beklentileri ailenin beklentileri kendinin kendinden beklentileri uzayıp giden beklentiler ve o adamcağız.
Üst insanın izinde: burada başa dönüyoruz
Der Mensch: hepimiz bu haldeyiz işin aslı
Üst insanın izinde: elbette bu haldeyiz
ama bu halden rahatsızsak
pasif bir şekilde bunları kabullenmek yerine bunları aşmaya çalışmalıyız
bunun yolu da içinde bulunduğumuz durumun ötesine geçmeyi
gerektiriyor.
Der Mensch: rahatsız ve tembelsek?
Üst insanın izinde: yani önce kendimizi aşacağız
kendimizden başlayarak içinde bulunduğumuz toplumun kültürün, ahlakın ve siyasal yapının değerlerini kıracağız parçalayacağız
bu elbette kolay olmayacak büyük sıkıntılar yaşayacağız.
Der Mensch: tek bir insan olarak mı?
Üst insanın izinde: ve belki de bizler göremeyeceğiz bunların sonuçlarını
Der Mensch: yaşam şansımız olur mu dediğini yaparsak?
Üst insanın izinde: ama Nietzsche'nin dediği gibi ben gelecek için kendini feda edenleri severim
Der Mensch: kendini feda edecek gücün var mı peki?
Üst insanın izinde: bu gücü depolamalıyız
şu anda benim böyle bir gücüm yok
ama burada anlatmaya çalıştığım top yekün bir savaş değil
dediğim gibi bireysel olarak kendi değerlerimizden inançlarımızdan ve ahlakımızdan başlamaktan bahsediyorum
yani bir Donkişotluk değil anlatmak istediğim
Der Mensch: ama bireysel alırsak değerler değişebilir gene de genel kurallar çerçevesinde olmalı her şey
Üst insanın izinde: bu bir süreç bu süreci iyi okumalı ve bu süreçteki silahlarımızı ve yol haritamızı iyi öğrenmeliyiz
o şekilde bir dönüşümün bizi getireceği yer şu an bulunduğumuz yer olur
çünkü yine cemaatçi yine hegemonik yine kodlanmış değer koyucu bir süreç olur bu
bizim istediğimiz de tam olarak bunu yıkmak buna karşı çıkmak
bu nedenle Nietzsche de üst toplum demiyor üstinsan diyor
yani insan batmalı insan aşılmalı insanın ötesine geçilmeli insan kendinden daha öte bir varlık yaratmalı
Der Mensch: üst insan diyor ama tek bir insanı kast etmiyor bir peygamber yaratmaya çalışmıyor
Üst insanın izinde: tabi ki üstinsan bir model bir ideal, ulaşılması gereken bir ideal,
Nietzsche burada bir insanlık idealini kastediyor.
ve bunu için bize bir yol haritası çiziyor,
çeşitli silahlar veriyor.
amor fati gibi, ebedi tekerrür gibi, güç istemi gibi, aktif nihilizm gibi
o bizi koşullandırmıyor yönlendirmiyor.
durduğu yol ayrımında sadece bizi bu yolların nereye götüreceğini anlatıyor
tercihi bize bırakıyor. Ama üst insanı sevdiğini kendinden daha öte bir varlık yaratanı sevdiğini de söylemekten geri durmuyor.
Der Mensch: ama bu söylediklerinle belli bir seviyeye gelmiş okumuş düşünmüş adamlar belki o şekilde hareket eder ya geriye kalanlar?
Üst insanın izinde: Zerdüşt Böyle Buyurdu'da, Zerdüşt sürekli insanlarla konuşuyor onlara öğretisini anlatıyor.
Defalarca insanlar tarafından alay ediliyor.
Ama hayal kırıklığına kapılmıyor.
Sadece zamanı gelmemiş deyip tekrar dolmak üzere dağlara çıkıyor
ama sonra yine geri dönüp devam ediyor.
Yani anlatacağız konuşacağız alay etseler de gülseler de küçümseseler de tehdit de etseler anlatacağız.
Der Mensch: NE ANLATACAĞIZ?
Üst insanın izinde: insanın neden aşılması gerektiğini ve nasıl aşılacağını
Der Mensch: TEKRAR NET CEVAPLAR İSTERSEK
NEDEN AŞILMALI?
Üst insanın izinde: çünkü bugün içinde bulunduğumuz yapıya hakim olan son insan boş vermiş, tutkulardan, bağlanımdan, herhangi bir şey için riske atılmaktan uzak,
sadece mutluluğu, sahip olmayı, daha çok tüketmeyi ve konforu arayan bir insan tipi.
Bu insanların oluşturduğu toplum da kültürde tüketimi, gösterişi, narsisizmi, egoizmi yüceltiyor.
Der Mensch: PEKİ BU TÜKETMEYİ SAHİP OLMAYI TOPLUMA EMPOZE EDENLER??
Üst insanın izinde: bu bir sarmal bunu kırmak için bir yerlerden gedik açılmalı ve o gedik büyütülmeli.
bu tek tek kişilerin değil
kişilerin oluşturduğu sistemin yarattığı bir şey.
bu durumu aşmak için daha önce anlattığım gibi üstinsan öğretisini, yol haritasını ve araçlarını kullanarak bu durumu değiştirmeye çalışmalıyız.
İnsanları bir günde değiştirmek mümkün değil
Der Mensch: ama insanlar seviyor sahip olmayı iyi hissediyorlar kendilerini mesela depresyona girenler alışverişe çıkıyor saçının modelini değiştiriyor
Der Mensch: ancak herkes şikayetçi bir sürü şeyden
tüm bunlar geçici rahatlamalar sağlıyor
hem fiziki anlamda dünya hem kültürel ve ahlaki anlamda insanlık hem de psikolojik anlamda birey bunu kaldıramıyor artık
Üst insanın izinde: her gün gözlemlediğimiz tuhaflıkların çarpıklıkların sebebi de bu
bu nedenle bir çıkış yolu görürse bu zor olsa da insanlar bunu deneyecektir diye düşünüyorum
yeter ki o noktaya gelinsin
bence o bıçağın kemiğe dayandığı noktaya geliniyor artık
Der Mensch: çıkarlar ?? Feda edilemeyecek çok fazla şey var hayatlarımızda
Üst insanın izinde: artık bunların bizi tatmin etmediğini ve tehlikenin büyük olduğunu göreceğiz
insanlık yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
çürüme artık çok yüksek düzeyde
pis kokular yükseliyor insanlıktan
Der Mensch: kokuyu duyan var mı?
Üst insanın izinde: koku artık kimsenin burnunu tıkayamayacağı bir düzeye ulaştı
bu nedenle her kes rahatsız
ama bütünlüklü olarak göremiyor insanlar
ve bu nedenle çözüm önerisi de getiremiyorlar
Der Mensch: çünkü istekleri farkında olmadan çoğaltılıyor reklamlarla.
Üst insanın izinde: evet
Üst insanın izinde: tercihlerin samanyolu galaksisi diyor Mestrovic.
Der Mensch: neyse kafamda daha konuşulacaklar var ama kendi yazımda kullanmak istiyorum şimdiden ifşa etmeyeyim
Üst insanın izinde: Peki sonra devam ederiz. Güzel bir sohbet oldu yine, seni kafandaki sorularla baş başa bırakıyorum ama ben bu cevaplarla ne yapacağım bilmiyorum.

8 Ağustos 2008 Cuma

FELSEFE POLEMİKLERİ


Der mensch:
nihilizm den bahsedecektin var mı zamanın?
Üstinsanın izinde:
10 DAKKA SONRA OLURMU KAFAM DAĞINIK...
der mensch:
ok.
Der mensch:
hiç çilik demek mi diyede sorayım halk ağzıyla nihilizm için ordan başla başladığında ulan şu sohbetleri askerde etmedik o kadar sıkılcak bunalıp hiç birşey yapmıycak ne vardıysa
Üstinsanın İzinde:
valla askerde felsefe olmuyor benim beynim durmuştu
der mensch:
neyse anlat bakalım
Üstinsanın İzinde:
neyse
Üstinsanın İzinde:
nihil aslında hiç demek
Üstinsanın İzinde:
kelime olarak nihilizm hiççilik anlamına geliyor
Üstinsanın İzinde:
ancak bilirsin kelime anlamı hiçbir zaman kavramı karşılamaz
Üstinsanın İzinde:
yoksa nietzsche gibi bir varoluşçu nasıl nihilist olurdu
Üstinsanın İzinde:
bu arada ordamısın
der mensch:
burdayım okuyorum
Üstinsanın İzinde:
boşa yazmayayım da
Üstinsanın İzinde:
nihilizmin iki türü vardır dün dediğim gibi
der mensch:
evet söylemiştin
Üstinsanın İzinde:
birincisi aktif nihilizm ki nietzschenin savunduğu ve insanı yokoluşa boşvermişliğe yokluğa değilde mücadeleye kendini aşmaya hatta kendini aşmak uğruna kendini parçalamaya götüren budur
der mensch:
bilinmeyende bu sanırım
Üstinsanın İzinde:
diğeri ise pasif nihilizmdir ki o zaten halk arasında nihilizm denince akla gelir ve insanı bir boşluğa boşvermişliğe sürükler
Üstinsanın İzinde:
pasif nihilizm son insanın karakteridir der nietzsche
Üstinsanın İzinde:
yani kendi kendini aşamayan içinde doğduğu toplumun değer yargılarına ve normlarına hapsolmuş bunların yanlışlarını göremeyen kendini eleştiremeyen çöküşü ve çürümeyi olduğu gibi kabullenen
der mensch:
buna itiliyo bilinçli olarak günümüzde, çağımızda
Üstinsanın İzinde:
yani günümüzde eleştirdiğimiz şikayetçi olduğumuz tüm durum ve değerlerin bataklığına batmış insan yani son insan yani biz
Üstinsanın İzinde:
işte dediğinden dolayı tam da bu noktada aktif nihilizm ortaya çıkıyor
Üstinsanın İzinde:
nietzsche bir yol ayrımında olduğumuzu söylüyor
Üstinsanın İzinde:
ya pasif nihilizm yolunu seçecek ve bu kaos karmaşa tüketim köleliği gösteriş çılgınlığı düşünenmeme üretememe eleştirememe vs. içinde kaybolup gideceğiz
der mensch:
aslını istersen açıkça görülüyorki o yolda gitmekteyiz 3-5 deliyi saymazsak gerçekleri görebilen bir şeylere karşı koymaya çabalayan
Üstinsanın İzinde:
yada aktif nihilizm yolunu seçecek ve kendimizden başlayarak içinde bulunduğumuz değerleri değer yargılarını kurumları ve duyguları aşacağız
Üstinsanın İzinde:
bunun için ilk önce insan kendinden başlamalı putları yıkmaya
Üstinsanın İzinde:
insan kirli ve aşılması gereken bir nehirdir
Üstinsanın İzinde:
ve bu nehri aşabilmek için okyanus olmalıdır o okyanusta üstinsandır
Üstinsanın İzinde:
bunun için öncelikle kendi değer yargılarımızdan ahlakımızdan duygularımızdan inançlarımızdan yani bir bütün halinde kendi varoluşumuzdan başlamalıyız yıkmaya
Üstinsanın İzinde:
üstinsana ulaşmak için hem çekiç hem de taş olmayı öğrenmelidir insan diyor üstat
der mensch:
ama tüketim toplumunun içindeyiz feda edemiyeceğimiz şeyler var aile, sosyal statü, sahip olmak zorunda hissettiğimiz reklam dayatmaları
Üstinsanın İzinde:
kendine gülebilen kendini eleştirebilen içinde yetiştiği toplumun ahlakından değer yargılarından kopmayı başarabilmek için öncelikle bir yol haritasına ihtiyacımız var
Üstinsanın İzinde:
buda üstinsan öğretisi
Üstinsanın İzinde:
çavuşum çekiç diyorum statü falan hepsini değiştirmek gerekiyor
Üstinsanın İzinde:
yani tüm bunlardan kurtulabilmek için önce kendimizi aşacağız kendimizi yıkacağız
der mensch:
ben biraz yapabiliyorum onlar öz eleştiri kendim üzerine espri falan ama onları kendi içimde getirdim kimse öğretmedi
Üstinsanın İzinde:
ne mutlu sana sen 1-0 önde başlamışsın
Üstinsanın İzinde:
demek istediğim yaratıcı yıkma pasif nihilizmdeki gibi yokedici bataklığa sürükleyen yıkma değil
Üstinsanın İzinde:
yeni bir şey yaratmak için eskisini yıkmalıyız sonuçta yumurtaları kırmadan omlet yapamayız
Üstinsanın İzinde:
mühim olan zaten önce insanın kendini tanıması
Üstinsanın İzinde:
buda bir yolculukla olabilir ancak kendine yolculuk
der mensch:
o zaman toplumdan soyutlanmaz mı insan
Üstinsanın İzinde:
bu süreci iyi anlamalıyız bunun için yol haritamızı iyi okumalıyız
der mensch:
onu okumadık nietzscheye gelemedik schopenhaueri geçipte
Üstinsanın İzinde:
bu noktada amor fati güç istemi yaratıcı yıkma üstinsan son insan vb. kavramlar önem kazanıyor bunları iyi kavrarsak yolumuzu aydınlatabiliriz
Üstinsanın İzinde:
aktif nihilizm üstinsanın varoluşunda kendini buluyor
Üstinsanın İzinde:
üstinsana giden yolda bir anahtar aktif nihilizm
Üstinsanın İzinde:
bu felsefe zaten varoluşçu bir felsefe
insan varoluşunun yıkılıp yeniden ve daha farklı şekilde yeniden inşası
ancak hataya düşme üstinsan üstün ve ya üstte değil sadece ulaşılması gereken bir ideal
der mensch:
Peki bir yaratıcı yani tanrı falan varmı yön verici bu felsefede
Üstinsanın İzinde:
tabiki aynının ebedi dönüşünden bahsediyor nietzsche
Üstinsanın İzinde:
bu dönüşü ortaya koyan sadece tek başına insan değil
Üstinsanın İzinde:
bu noktada nietzscheyi biraz kenara bırakıp bizi biz yapan hikayeler diye bir kitap var ona bakalım
der mensch:
ben aldım onu ama okuyamadım yahu
Üstinsanın İzinde:
çok güzel oku
der mensch:
hemde zor buldum kalkmış yayından
Üstinsanın İzinde:
onda kalemi elimize almaktan bahsediyor
Üstinsanın İzinde:
yani tanrı yazıyor ama bu süreci iyi kavrarsak farkında olursak kalemi onun elinden bir süreliğine alabiliriz
der mensch:
güzel söz aradığım cümle buydu sanırım kaderle ilgili
Üstinsanın İzinde:
evet yazarı papaz ama yazdıklarını okusan
Üstinsanın İzinde:
çok harika kitap iki defa okudum
Üstinsanın İzinde:
bence ordan başla birrdee schopenhauer den önce nietzsche okusan herşey daha zevkli ve anlaşılır gelir
Üstinsanın İzinde:
ayrıntıdan nietzsche ile ilgili 4 kitaplık bir seri çıktı onları oku nietzsche yi kavrarsın
der mensch:
nietzschede schopenhauer okumuş ama tersten başlamış olmaz mı
Üstinsanın İzinde:
işte onu diyorum ozaman schopen de çok zevkli ve anlaşılır oluyor
der mensch:tamam ozaman şu elimdeki kitabı bitirip başlayayım
Üstinsanın İzinde: güzel sohbet oldu tekrarlayalım haftaya.
der mensch: gerçekten iyi olur.
Üstinsanın İzinde: haftaya görüşürüz ozaman.
der mensch: görüşürüz

2 Temmuz 2008 Çarşamba

KİMLİK SİYASETİ VE ÖTEKİLEŞTİRME

Araf Topluluğu, ülkemizde son dönemde aydınları hedef alan ayıklama girişimlerini ve Türkiye’de yeni bir kutuplaşmanın fitilinin ateşlenmeye çalışıldığını endişeyle izlemektedir. Kutuplaşmalar ve kamplaşmalar yaratarak, ülkemizi istikrarsız yönetilebilirlik çizgisine çekmeye çalışan çevrelerin yeni bir senaryoyu uygulamaya koyduğunu görmekteyiz. Bugün yaşananların bir hesaplaşma mı, bir temizlik mi yoksa düşük seviyeli bir savaş mı olduğu yönündeki yorumlara birçok yenisi eklenebilir. Ancak Araf Topluluğu olarak söylemek isteriz ki, yaratılmak istenen kaos ortamı ve belirsizlik hem ekonomik, hem siyasi hem de stratejik açıdan Türkiye’yi sıkıntılı duruma sokmaktadır. Güçler savaşında ezilenlerin yine genç nesiller ve aydınlar olmamasını dileriz.

29 Şubat 2008 Cuma

TÜKETİLENİN BELİRSİZLEŞTİĞİ TOPLUM; TÜKETEN Mİ, TÜKENEN Mİ?



Tarih boyunca insanlar hep gelecekte hatırlanmak üzerine bir şeyler yapmışlar geleceğe yönelik eserler meydana getirmişler varlıklarını kanıtlamak istercesine…

Peki ya şimdi, günümüzde? Günümüz insanının tüm çabası anı yaşamak üzerine. Bütün düşünce elde edilebilecek en yüksek faydayı sağlamak, rahat edebilmek için yaşamak en lükse sahip olabilmek, sahip olabilmek için en çok çalışmak, kazanmak için her şeyi mubah saymak. Çağın bizi getirdiği nokta belki de bu, daha çok kazanmak daha çok tüketmek ve apansızın gerçek manada hiçbir şeye sahip olmadan ölüvermek. Yaşarken hayatın manasını anlayamıyor insanoğlu peki ya öldüğünde?

Herkesin yakındığı ve umursamadığı konu aslında tüketim, küreselleşmenin ve kapitalizmin insanları getirdiği bilinçsiz tüketimden ve bunun sebep olduğunu iddia ettiğimiz kötü durumdan yakınıyoruz sürekli. Peki gerçekten çok mu fazla tüketiyoruz? Öncelikle belirtmem gereken şey tüketmekle kastettiğim şeyin sadece eşyalar yahut yemek yada içmekten ibaret olmadığıdır. Her an karşımıza sıklıkla çıkan bir kavram, bir deyim halinde tükenmek, tüketilmek, tüketim. Tüketimi tek bir kalıba sokmak mümkün değildir çağımızda, tüketim dediğimiz ve kötüleyerek bahsettiğimiz konuya girdiğimizde bazıları dilin tüketildiğini bazıları kültürlerin tüketildiğini söyleyecek bazıları tüketim dediğimizde alış verişin kötülüklerinden bahsedecektir ama tüketilen ve tükenen şeylerin merkezinde duran insan pek az kişinin farkına varacağı bir şey olacaktır insanlar ya maddeleştirilmekte yada sahip olduğu maddelerle ifade edilmektedir günümüzde kültürlerin nesillerin, hayvanların, dillerin, türlerin, ahlaki değerlerin, adetlerin kısacası eksikliğini hissettiğimiz her şeyin tükenip yok olduğundan bahsediyoruz ama asıl ihtiyacımız olanın kendimiz kendi kararlarımız olduğunu itiraf edemeden kendimizden kaçarak gene kalabalıkların içinde kaybediyor kendimizi ve unutmak için tüketmeye yöneliyoruz.

Aslını söylemek gerekirse tüketim kavramı dahi dillere pelesenk edilip yoklaştırıldı tüketmekte tükenmekte farkında olmadığımız alışıp görmezden geldiğimiz şeyler oldu.

Belki de tüketimi bile tüketti çağımız.

Tüketiyoruz; peki ama o tükettiklerimize sahip olabiliyor muyuz?

Tahsin yücelin kumru ile kumru romanında geçen şu cümleden hareket edebiliriz belki bu noktadan sonra: ‘televizyonu olmayan bir kadın kumru gittiği her yerde televizyondan bahsedilmekte sürekli televizyonun öğreticiliğinden eğiticiliğinden ve eşiyle bir televizyon almaya karar verirler paraları olmadığından eşi patronundan borç ister ve televizyonu isteyen bu çiftle alakalı şöyle düşünür patronları ‘demek benim gelin uşaklığı seçiyor elinde bir uzaktan kumanda bulunsun istiyor, herkes gibi. Alacak uzaktan kumandayı eline, dünyalara kumanda ettiğini düşünecek gerçekte uzaktan kumandanın ona kumanda ettiğini, kendisinin uzaktan kumandayla çalıştığını hiçbir zaman bilemeyecek, herkes gibi.’’1


Acaba sürekli elde etmeye çalıştıklarımız bizim gerçek ihtiyaçlarımız mı? Yoksa bilinçsizce arzulayıp elde ettiğimizdeyse kısa bir heyecanın ardından şöyle bir bakıp sonra burun kıvırdığımız hiçbir şey hissetmediğimiz hatta ona sahip olmaktan hoşnutsuzluk duyup farkında olmadan bize dayatılan daha iyi daha yenisine sahip olma isteğiyle birlikte bir kenara ittiğimiz şeyler mi tükettiklerimiz?

‘Gerçek ihtiyaçlar olmaksızın gerçek zevklerden söz edilemez’2
Diyor tam bu noktada Schopenhauer çoğumuz duymuşuzdur hatta yaşayanlarımızda olmuştur eski bayramlarda alınan elbiselerin, yatarken başucuna konulan ayakkabıların hikâyelerini. Hala ne büyük şevkle anlatırlar hatırlayanlar o günleri peki o hikâyeleri anlatanlar daha sonra hiç mi bir şeye sahip olmadı? Tabiî ki bütün hayatları boyunca pek çok şeye sahip oldular ya da sahip olduklarını sandılar. Yaşadıkları kalan sürede kaç kez kendileri için bir şey daha yaptılar? İnsanlar ihtiyaçların varlığından habersiz bir hale gelip aslında ihtiyacı olan şeyleri yapması zorunlu şeylermiş gibi gördü ya da öyle görmeye şartlandırıldı.

Tabiî ki insanların mecbur oldukları durumların olduğu kaçınılmaz bir gerçektir mesela bir işte çalışmak; çoğu kimse sahip olmayı hayal etiği şeylere kavuşmak için bir araç olarak kullanma niyetiyle başlar bir işte çalışmaya ama sonra? Sonra hayatın akışı tabir edilen akışa kaptırırız kendimizi amaçlarımız ve araçlarımız yer değiştirir kızdığımız sıradan insanların arasına karışıp yeni doğrularla baş başa kalırız ve gelinen bu nokta farkında olmadan yönlenmelerin, başkaları hoşlansın diye başkalarına benzemeye uğraşmaların, öbürünün varmış diye sahiplenmelerin insanı olduğumuz noktadır.

En başta bahsettiğim konuya dönersek insanlar yaratmaktan, kalıcı olmaktan çok uzaktalar günümüzde sadece kendilerine hedef gösterilene diğerlerinin gerisinde kalmadan ulaşmak ve gösterilecek yeni hedefler için tetikte olmak amaç. Sadece yaşanılan andan ibaret sayıyoruz hayatı ve geçmişi yok sayarak ve gelecekten bi haber olarak yani doğmuş olduğumuzu ve öleceğimizi fark etmeden yaşıyoruz.

Örnek alarak kendimiz olmak ile hayranı olup sonrada o hayranı olduğumuzun kopyası olmak arasındaki farkı algılayamayan kişiler de olduğumuzdan dayatılanı tüketir tükettikçe tükenen insanlar olduk. Örnek almaktan kastım ben şunu örnek alıyorum çıkış noktasıdır burada sonuçta Amerika’yı yeni baştan keşf edemeyiz ama bir işe başlarken bizden öncekilerin yaptığı doğruları alarak kendimizi var edebiliriz oysa hayran olma bahsinde ortada ulaşılamaz görünen, başkalarınca var edilmiş ve ancak onun gibi olunduğunda başarı yakalanılacakmış gibi gösterilen zorunlu bir model vardır. Ve zirveye ulaşamadıkça mutsuz olan kendini yetersiz hisseden bir insan oluşur bu insan kendisiyle yüzleşmemek baş başa kalmamak için her şeyi yapar. Uzak durulması gereken yegâne şey kendisi olmuştur ve kendisini sadece sahip olduğu satın aldığı şeylerle ifade edebilir hale gelmiştir insan.

Amaçsızlıktan dolayı belki de bütün bunlar, sadece sahip olma hırsı yüzünden başkalarında da olana. Belki de yeniyi yaratmanın zorluğundan, başarısız olmaktan korkmaktan ya da sorumluluğun yükünün ağarlığından. Neden her ne olura olsun insanoğlu çoğunlukla hükmedilmesinden ve yönlendirilmekten hoşlanır. Her ne kadar bağımsız olmaktan hoşlandığı söylense de emir almaktan hoşlanır aslında ya da, hoşlanmasa da kolay olanı seçer düşünmek karar vermek ve gerçekleştirmektense söyleneni yapmayı tercih eder.
Ve tüketmekte kısıtlandırılmış bu insanın en büyük ödevidir.

1 Tahsin Yücel Kumru ile kumru can yayınları Sayfa:163
2 Schopenhauer Okumak yazmak ve yaşamak Üzerine Şule Yayınları Sayfa:31

21 Şubat 2008 Perşembe

OLANI OLDUĞU GİBİ ALGILAMAK

Her şey, olan ve olup bitenden ibarettir. Olacak olanı olan içinde görmek gerekir. Çünkü olacak olan bütün mevcudatı ile kendini olduracak her şeyi ile orada olan olarak olanda yer almaktadır.
Mesele olanı ve olup biteni oldukları gibi algılamaktadır.
Biline geldiği üzere insan beş duyu organına sahiptir. Bu duyular aklın çalışması ve düşünmesi için gerekli veri akışını sağlarlar. Bunlar olmadan akıl, kendi başına hiçbir şey olarak kalır. Duyularla alınan veriler aklı harekete geçirir ve akıl bu noktadan itibaren insan hayatı için aydınlatıcı ve yaşamı kolaylaştırıcı bir işlev görmeye başlar.
Konuyu somutlaştırmak gerekirse; gözleri, teni, kulakları burnu ve dili olmayan bir şey -ki buna artık insan denmez- dış dünyadan ve hatta kendinden nasıl haberdar olabilir, neyi, nasıl algılayabilir? Demek ki duyular insan bilgisinin (hem kendi hem de dünya hakkındaki bilgi) ilk el (primitive) kaynaklarıdır. Bu bilgileri değerlendirmek, sentezlemek ve birbirleriyle ilişkilendirerek bilgi grupları oluşturmak insan aklının işidir.
Ancak nihai tahlilde insan, duyular ve akla sahip bir organizma olduğu halde dahi batkın (muhtaç) bir haldedir. Yani bu özelliklere sahip olmak kendi başına insan yaşamını mümkün ve yaşanılır kılmamaktadır. İnsanın fiziksel varlığını güvenlik altına alması, gıda temini ve maddi olmayan (ruhsal veya duyusal) ihtiyaçlarını- ki bunların belki de en önemlisi can sıkıntısıdır- gidermesi, aklın duyular aracılığıyla elde edilen verileri, ihtiyaçlar doğrultusunda anlamlandırması ve faydalı bilgilere dönüştürmesini zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla insan, olan şeyleri kendi başlarına şeyler olarak, bir başka deyişle “kendiliğinde öyle” olarak anlamlandırmaz, olanı kedisi için ve “kendine öyle” olarak anlamlandırır (“bana göre”nin kökeni)
Bu nokta bilgi veya kavramlarımızın objektif olup olmadığı veya ne kadar objektif olduğu açısından önem arz etmektedir. Çünkü bizler dünyayı veya şeyleri anlamlandırırken olanın, kendiliğini, kendi var oluşunu temel alarak anlamlandırmıyoruz; tersine kendi durumumuzu temel alarak bir anlamlandırma yapıyoruz. Yani kendi ihtiyaçlarımız, kendi yetişme koşullarımız, kendimize ait can sıkıntısını giderme yöntemlerimiz, bizim, olanı nasıl anlamlandırmamız gerektiğini belirlemekte esas dayanak noktalarıdır. Bu, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde insanların temelde aynı olan şeyler hakkında farklı fikirlere sahip olmalarının da sebebidir. Ortak ihtiyaçları, ortak kaygıları olan, kısacası paylaşacak ortak noktaları olan insanlar da belli bir fikir etrafında toplanma eğiliminde olurlar. Bu fikirlerine bağlılıklarının güçlülüğü ölçüsünde de fikirlerinin mutlak doğru olduğuna inanırlar.
Oysa olan (şey) ın kendisi insanların kendisine ne anlam verdiğinden ari olarak yine orada kendi olarak öyle durur. Aslında olanın gerçek mahiyetini öğrenmek insanları da o kadar ilgilendirmez, onlar için önemli olan şeylerin kendileri için ne anlama geldiğidir şeylerin gerçek doğası değil.
Bu minvalde eğer amaç gerçek bilgiye, şeylerin (olanın) gerçek ve objektif doğası hakkındaki bilgiye ulaşmak ise; eldeki ve elde edilecek bilgilerin öncelikle kişinin kendisiyle olan ilişkisi açısından kritik edilmesi gerekir ki bu da, insanın kendisiyle her türlü bilgi arasına belli bir mesafe koyması, duygusal veya çıkara dayalı bir bağ kurmaması demektir. Böyle bir mesafe insanın gerçek bilgiye ulaşma kararlılığının da göstergesidir.
Böyle bir mesafenin olmaması halinde, elde edilen bilgiyle insan, yukarıda belirtildiği şekilde bilgiyi “kendine” olarak algılar ve zamanla bu bilgiyle arasında duygusal (affective) bir bağlılık oluşur ki bu bilgiden insan ne kopmak ister ne de bu bilginin doğruluğunu sorgular. Gerçeğe ulaşmanın önündeki en büyük tuzaklardan biri de budur.
* * *
Yapılması gereken ilk şeylerden biri içinde bulunulan durumda ne tür bilgiye ve bu bilgilere dayalı olarak ne tür fikirlere sahip oluğumuzun analizini yapmak ve bunlarla aramızda varsa -ki vardır- duygusal bağları çözmek. Eğer yeni limanlar aranacaksa, öncelikle bulunan limandan ayrılma cesareti gösterilmelidir.

* * *
Doğru var mıdır? Varsa tek ve nesnel midir (modern) yoksa çok ve hatta belirsiz midir? (Postmodern)
Yoksa insanın kendi doğrularının ötesinde doğru (hakikat, gerçeklik, olan) yok mudur? Böyle ise kendi doğrumuza mı kendimizi hapsedeceğiz?
Nesnel doğru varsa insan buna ulaşabilir mi?
Gibi soruları cevaplandırmamız amaçlarımızı belirlememiz konusunda bize yardım edecektir diye düşünüyorum.

ON DOKUZUNCU YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE TÜRK POLİTİK MODERNLEŞMESİ: CEMAAT TOPLUMUNUN SİYASAL KÖKLERİ



ON DOKUZUNCU YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE TÜRK POLİTİK MODERNLEŞMESİ: CEMAAT TOPLUMUNUN SİYASAL KÖKLERİ
On dokuzuncu yüzyılın akademik dünyada ikiye ayrılarak analiz edilmesi son yıllarda teamül haline gelmeye başlamıştır. Bunun sebebi on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve bugün içinde bulunduğumuz toplumsal, kültürel, siyasal ve bireysel sorunlara zemin hazırlayan dönüşümlerin yarattığı önemli etkilerdir. Bu asır çeşitli alanlardaki çalışmalarda kazandığı popülerliği de bu özelliğine borçludur. On dokuzuncu yüzyılda kültürde bir bunalımın yaşandığı göz ardı edilemez. Bu yüzyıl kitle toplumunda kültürel değerler de diğer değerler gibi muamele gören birer mübadele değeri halini almışlar ve tüketime konu edilmişlerdir.
[1] Üretim ilişkileri, kentlerin nüfusundaki yüksek hızlı artış, kültürü ve sanatı yı[2]ğınlarla birleştirme çabaları, zorunlu eğitim, devlet tarafından yürütülen gerçeklik politikaları, kitlesel basının etkileri, eğlence ve kültür endüstrilerinin yarattıkları tahribatlar gibi bir çok kitleselleştirici etki kültürde ve toplumsal yapıda bir çözülmeye yol açmıştır.
P. Wagner’e göre, on dokuzuncu yüzyılın toplumsal şekillenimi güçlü bir paradoksun damgasını taşımaktadır. Bir yandan yükselmekte olan seçkinler modern, bireyci ve rasyonalist kültürü geliştirmektedir ve bunun karşısına çıkacak herhangi bir alternatifi yok etme eğilimi taşımaktadır, öte yandan kendine yeterli bir bireyci liberalizmin imkansızlığı konusunda da görüşler söz konusudur.
[3] On dokuzuncu yüzyılın ortasından 1920’lere kadar modernliğin dinamikleri konusunda önemli soruşturmalar birbirinin peşi sıra geliştirilmiştir. Geç on dokuzuncu yüzyılda entelektüeller liberal teorinin hem siyasette, hem de ekonomide toplumsal pratikleri anlama ve bu pratikler için ölçütler sağlama konusunda başarısız olduğunun farkındaydılar. Bu entelektüeller farklı yönlerden liberal teoriye ve modernliğe yönelik eleştiriler geliştirmiştir.[4]
Modernizm on dokuzuncu yüzyılda zirveyi ve krizi birlikte yaşamıştır. Modernizm bir çok alanda zirveye ulaştıktan sonra toplumsal, kültürel ve siyasal alanda krize girmekten kurtulamamıştır. O. Paz, on dokuzuncu yüzyılı bir yandan modernitenin doruğu olarak görürken öte yandan modernitenin krize girdiği bir çağ olarak algılamaktadır. Ona göre, on sekizinci yüzyılda çeşitli polemikleri de içinde barındıran eleştirel düşünceler Avrupa ülkelerinin hemen hepsi ve ABD tarafından paylaşılan ilkeler haline gelmiştir. Batı uygarlığı büyümüş, genişlemiş ve kendi kendini onaylamıştır. Ancak, on dokuzuncu yüzyılın sonunda Batı uygarlığının merkezlerinde, inanç ve değer sistemlerini olduğu kadar, politik, ekonomik ve toplumsal kurumları da etkileyen bir rahatsızlık baş göstermiştir. İçinde bulunduğumuz yüzyıl ise bu krizin gelişip radikalleştiği bir çağdır.
[5]
On dokuzuncu yüzyılın düşünsel dünyasına,aslında daha önceki yüzyılların düşünsel gelişimine de etki etmiş iki zıt eğilim damgasını vurmuştur; on dokuzuncu yüzyılda daha net çizgilerle ayırt edilebilen ve belirginleşen bu eğilimler iyimserlik ve kötümserlik eğilimleridir. Bu çağın önemli düşünürlerinin bir çoğu Schopenhauer’in felsefesinin etkisiyle gelişmekte olan olaylara karşı kötümser bir yaklaşım sergileyerek bu olaylara ve bu olayların yaşanmasına neden olduğunu düşündükleri değerlere yönelik eleştirel bir yaklaşım geliştirmiştir. Bazı düşünürlerse bu olayları katılımın genişlemesi, kitlelerin elit değerlerle buluşması, daha çok insanın modern değerleri özümsemesi, eşitlik, demokrasinin gelişmesi ve sanatın kitlelerle kucaklaşması gibi bağlamlarda değerlendirerek, bu çağda yaşanan değişimlere karşı olumlu bir yaklaşım geliştirmiştir.
S. Mestrovic, fin de siecle düşünürlerinin kötümser tutumlarının genel açıklamasını şu noktalarda bulduğuna dikkat çekmektedir:
‘‘İrade akılcı zihinden daha güçlüdür ve iradenin modern toplumun dağılmasıyla aynı zamanda gerçekleşen aydınlanmasının ardından iradenin bastırılarak düzenlenebilmesi imkansız hale gelir. Sonuç: Kendilerini baskı altında tutan engelleri gürültüyle aşarak yıkan arzuların ölümsüz sonsuzluğu olarak Durkheim’in anomisi; mutsuzluğa yol açmayı göze alarak uygarlığı ortaya çıkaran Eros’un beslediği Freud’un id’i; Nietzsche’nin Apolloncu formlarından doğan Diyonizyak güçleri; Tönnies’in Gemeinschaft’ının yerine geçen Gesselschaft’ın rasyonel iradesi ve Simmel’in Modern Kültürde Çatışma çalışması da dahil olmak üzere, bu çatışmanın bir çok farklı versiyonu.’’
[6]

Bu düşünürlerin en popülerlerinden biri olan Nietzsche on dokuzuncu yüzyılın sonunda: ‘‘En yüksek değerlerin kendilerini değersizleştirdikleri’’ bir durumun yaşandığını ve nihilizmin kapıda olduğunu belirtmektedir. Ona göre Avrupa kültürü sanki bir felakete doğru ilerlemektedir. ‘‘Yıllar boyunca daha da büyüyen bir gerilimle; huzursuz, şiddet dolu, boylu boyunca nihayete erişmeyi özleyen, artık yansıtmayan yansıtmaktan korkan bir nehir gibi’’
[7] Nietzsche’nin felsefesinin temeli bir modernizm ve akılcılık eleştirisi üzerine oturmuştur. On dokuzuncu yüzyılın sonunda ortaya çıkan toplumsal ve kültürel çözülme Nietzsche’nin anlatısında son derece açık bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Ona göre bu çağ nihilizm çağıdır ve o felsefesini nihilizmi alt etme üzerine kurmuştur. Nietzsche bunun için irrasyonel güçleri harekete geçirmeye çalışır. Modern bilgi ve hakikat kavramlarını eleştirir, anti-hümanist bir yaklaşım geliştirir ve ebedi dönüş anlayışıyla modern ilerlemeci tarih anlayışına karşı çıkar.

Nietzsche’ye göre, on dokuzuncu yüzyıl Avrupa kültürü, sürü değerlendirmelerine ve bunların çatışmasına dayanan bir kültürdür: Bilime, insan aklının sınırsız gücüne ve insanların eşitliğine olan inancıyla insanları iyimser yapmak isteyen bir kültür. Avrupa’nın moral değerler sistemi dinsel arka planını yitirince nihilizme doğru yönelmiştir. On dokuzuncu yüzyıl sonları Avrupa’sının bütün yaşam ifadelerinde kendini gösteren çöküntü, Avrupa kültürünün çöküntüsüdür.
[8] Nietzsche doğallığını kaybetmiş bir kültürle hesaplaşmaktadır. Bu doğallık yitimi ise Sokrates sonrası filozofların güç istemine, iç güdülere karşı onu dizginleyecek aklı koymaları ile başlamıştır.Modern insan çöküntü yaşamaktadır. Nietzsche’nin Tanrının öldüğünü ilan etmesiyle, hastalıklı, orta dereceli hale getirilmiş Avrupa insanı yaşadığı boşluk nedeniyle değersizliği ve anlamsızlığı genelleştirmiştir.[9]

Bu bağlamda Türk politik modernleşmesini değerlendirmek gerçekten ilginç sonuçlar doğurmaya adaydır. On dokuzuncu yüzyıl tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğunda da baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir dönem özelliği arz etmektedir. Politik, kültürel, toplumsal, ekonomik ve her şeyden önemlisi düşünsel anlamda on dokuzuncu yüzyıl imparatorluk dünyası son derece hareketli ve bir o kadar da karmaşık bir görünüm sergilemektedir. Bu bağlamda İttihat ve Terakki Hareketi, Jöntürk Hareketi, Yeni Osmanlı düşüncesi ve tüm Avrupa’da yayılan ulusalcı değerlerin ortaya koyduğu tablo Osmanlı İmparatorluğunun yapısal dönüşümünde son derece etkili bir rol oynamıştır. Bu dönüşümlerin kökenini de elbette on dokuzuncu yüzyılda tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı dönüşüm ile ilişkilidir.

Özellikle 18. yüzyıldan itibaren çözülmeye ve bozulmaya başlayan fetih, ganimet ve askeri temelli bir vergi sistemine dayanan ekonomik yapının geçirdiği dönüşüm on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunu kökten etkilemiştir. Bunun yanında Osmanlının kültürel zenginliği politik- kamusal bir kısırlıkla at başı gitmektedir. Osmanlı politik kültürünün hakim teması muhafazakarlık- ilericilik geriliminden temellenmektedir. On dokuzuncu yüzyıl Avrupa toplumunda yaşanan kaotik yapı, İmparatorluğun gidişatına ilişkin endişeler besleyen dönemin Türk seçkinlerini de etkilemiştir. Enformatik kültürel bütünleşme sorunsalı, merkez- kenar ilişkileri, bütünleşme sorunsalı tarihsel olarak aralarında haberleşme düzeyi düşük olan mikro cemaatlerden müteşekkil Osmanlıda enformatik kültürel araçları yaygınlaştırarak cemaat esasında bir ölçek artırma sorunsalı haline gelmiştir. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı aydınlarının çabaları, ulaşım ve iletişim teknolojisinin ilkel düzeyleri ve geleneksel hayatın hareketsiz yapısı nedeniyle etkili olamamıştır. Elbette yaşanan gelişmeleri bu sorunlara indirgemek mümkün değildir. Moderniteyi geç ve sancılı bir şekilde yaşamak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal kaosun etkileri ve tezahürü Avrupadakinden son derece farklı olmuştur.

Osmanlı Modernleşmesi aslında hiç de köktenci değildir. Tam tersine bürokratik muhafazakarlık özelliği taşımaktadır. Osmanlı politik seçkinleri, Avrupa’nın bürokratik devrimini, içerdiği diğer diyalektiklerden sıyırarak, kendi tarzında algılamıştır. Osmanlı modernleşmesi merkez ile kenar arsındaki kültürel çatışmanın doğasını değiştirmiştir. Osmanlının yerleşik kültürel kodlarının, değişmeye dönük seferber edilememesi sivil sosyalliklerin zafiyeti ile ilişkilendirilebilir.Değişmeye dayalı kültürel çerçeveler Osmanlıda iç dinamikler üzerine değil, tarihsel dinsel çatışma kategorilerini keskinleştiren ve iç hesaplaşmaya dönüştüren bir düzeyde gelişmiştir.
[10]

Şu kadarını söyleyebiliriz ki, On dokuzuncu yüzyılda özellikle toplumda, kültürde, politik kürede ve bireyde yaşanan dönüşümün Osmanlıya etkileri Avrupa’dakinden farklı şekilde tezahür etmiştir. Avrupalı yaşam biçimlerini taklit etmeye çalışan küçük elit Avrupa görmüş aydın gruplar dışındaki büyük çoğunluk bireyselleşme, tüketim ve hedonizm yönünde bir evrilmeye yönelmemiştir. Ancak bu durum yaşanan gelişmelerin Osmanlıda hiçbir etkisi olmadığı şeklinde algılanmamalıdır. On dokuzuncu yüzyılın karmaşık gelişmeleri Osmanlının toplumsal çekirdeğini oluşturan cemaat yapısında önemli dönüşümlere neden olmuştur. Bu dönüşümün etkileri sadece kültürel ve toplumsal olmakla kalmayıp kamusal ve siyasal söyleme de önemli yansımaları olmuştur.

Modernleşme Osmanlı toplumunda hiçbir şekilde cemaatlerin yok olması gibi bir sonuç doğurmamıştır. Ne kurumsal hayatın kazanımları ne de profesyonelleşme cemaatlerin kökleri derinlerde olan kültürel kodlarını tasfiye edebilmiştir. Zaman içinde cemaat tipi ilişkiler ve işlemler kurumsal hayata ve profesyonel örgütlere sirayet edebilmiş ve kendisini bu suretle yeniden üretebilmiştir. Bugünkü anlamda politik kirlenme olarak tanımlanan durum bu bağlamda açıklanabilir. Türkiye’de hala politika topluluklar ve bireysel değerler temelinde değil, politik cemaat temelinde ifade edilmektedir. Bu bağlamda Osmanlıdan günümüze politik modernleşme değerlendirildiğinde görülecektir ki, cemaat yapılanmasının Türk politik kültürü üzerinde ki etkisi hiçbir dönemde azalmamıştır. Aksine günümüzde olduğu gibi, cemaat tipi yapılanmaların politik küreye etkileri daha da genişleyerek sürmektedir. Türk politik hayatının bu durumu dinsel kökenli cemaatlerinde politik hayatta etkin olmaları sonucunu doğurmuştur. Cemaat yapısının toplumsal, kültürel ve hatta ekonomik yapı üzerinde bu denli etkili olması, siyasal tercihleri ve siyaset dünyasının kurallarını dahi etkilemektedir. On dokuzuncu yüzyılın Avrupa’da ve Türkiye’de yarattığı toplumsal, kültürel ve ekonomik etkilerini Türk politik modernleşmesi ve cemaat ilişkileri bağlamında analiz etmek son derece önemli sonuçlar ortaya çıkaracak ve beklide Türk politik yapısının kaygan zemininde politika üretmenin imkanlarına ışık tutabilecektir.



[1]Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, Çev:Bahadır Sina Şener, İletişim Y., İstanbul-1996, ss.233-250
[2]
[3], Peter,Wagner, Modernliğin Sosyolojisi, Çev: Mehmet Küçük, Doruk Y., Ankara-2003 ss.120-121
[4] Wagner, A.g.e., ss.122-125
[5], Octavıo,Paz, ‘‘Şiir Ve Modernite’’, Çev: Nilgün Tutal, Modernite Versus Postmodernite İçinde, Der:Mehmet Küçük, Vadi Y.,Ankara-2000., ss.189-198
[6] S.G. Mestrovıc, The Coming Fin De Sıcle, London And New York: Routledge-1991, s.70
[7] Harvey, A.g.e., s.306
[8]Aynı eser, ss.143-151
[9]Hediye Ekinci, ‘‘Büyük Öğle’’ , Kaygı Felsefe Dergisi, Uludağ Üniversitesi Felsefe Topluluğu, Bahar –2002, ss.21-25
[10] Süleyman Seyfi Öğün, Türk Politik Kültürü, Alfa Y., İstanbul-2000, Ss. 250-258
ARAF MANİFESTOSU

1. Araftakiler, kendini sınırlandıracak önkabullerden, tanımlamalardan, kesinliklerden ve indirgemecilikten uzak dururken, postmodern rölativizmin muğlaklığınada düşmemeye özen gösterir.
2. Araftakiler, eleştirel gerçekçi bir perspektif benimser. Eldeki verilerle varabilecekleri en doğru sonuca varmaya çalışır, ancak bu sonucun her zaman için kesin gerçeklik olamayabileceğini kabul eder. Ve sorgulamaya kendilerinden başlar.
3. Araftakiler, çok boyutlu ve çok perspektifli, ama tutarlı bir bakış açısını benimser.
4. Araftakiler, kendilerini iyinin ve kötünün ötesinde konumlandırır ve her türlü ikili karşıtlığın karşısında yer alır.
5. Araftakiler, hayatın içindeki problemleri görmeyi, onlara bulaşmış olsada sorgulamaktan geri durmamayı ve aşma noktasında umutsuzluğa kapılmamayı hedefler.
6. Araftakiler, insanı araştırmayı değil, çok eksikli bir varlık olan insanı kendi varoluşunun ötesinde bir noktaya taşımanın yollarını bulmaya çalışır. 7.belirsizlik, hegemonya ve hedonizmden uzak durarak insanı cemaat bağlarından koparıp kendi ötesine taşımak
8.içinde hakikati ve hayatı arayan bir düşünce perspektifiyle gerçeği çok boyutlu ve zamanlı olarak ele almak
9.belirsizlik, hegemonya ve hedonizmden uzak durarak insanı cemaat bağlarından koparıp kendi ötesine taşımak

ARAF, iyinin ve kötünün ötesinde ve onları bilenlerin tepesi...