16 Aralık 2009 Çarşamba


SUSKUNLAR (İHSAN OKTAY ANAR)
eflâtun rengi hayaller kuran bir “suskun”un sözleridir, bu roman. işittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, satırlar akıp giderken. o ise, muzip bir tebessümle size eşlik edecek, sessizce... sayfaları birer birer tüketirken, benzersiz erguvanî düşlerin “gerçekliği”nde semâ edeceksiniz ve bu düşlerden âdeta başınız dönecek. hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz bu dünyanın tüm kahramanlarının seslerini duyacak, nefeslerini hissedeceksiniz. çünkü suskunlar, sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin, yani musikînin romanıdır. suskunlar’ı okuduktan sonra aynaya bakmak, yansıyan aksinizde gerçeği görmek, gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz. sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de “suskunlar”dan biri olacaksınız… böyle diyor özetle arka kapağında arka kapak tanıtımı bile bu kadar etkileyici davet edici cezbedici

Dermensch:
kesinlikle etkileyici bir roman insanı varlıkla yokluk arasında çalkalayıp var oluşun kucağına atıyor sanki

Üstinsanınizinde:
evet Uzun İhsan efendinin tüm romanları gibi gerçekle düş arasında varlıkla yokluk arasında git gelleri olan bir kitap

Dermensch:
farklı bir tat oluştu sanki bu romanda ve tüm dinlere de atıfta bulunuyor sanki.

Üstinsanınizinde:
evet musıkiye olan ilgimizden daha doğrusu sevgimizden ileri gelen bir fark sanırım bu kitap Mevlanadan bir alıntıyla başlıyor Mevlevilik de kitabın merkezinde zaten bunun nedenide Mevlevilerin ibadeti müzikaliteyle buluşturması ‘kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür"evet tüm dinlere atıfta bulunuyor tek perspektifli değil çok perspektifli bu söz çok önemli bence gösteri çağında olduğumuza ilişkin önemli verilerin bulunduğu bir dönemde kulağa işitmeye böyle merkezi bir önem atfedilmesi manidar gerçektende

Dermensch:
mevlevilikte ki musiki eğlenmek için değil huzura ermek için ama bunu aramayan insanların anlamasıysa zor bu kitabı

Üstinsanınizinde:
elbette mevlevilikte musıki kendini dünyadan yalıtmak için kullanılıyor mevleviler adeta musıkiyle kanatlanarak adeta başka bir boyuta geçiyorlaer kitabın anlatmak istediğiyle çok örtüşüyor bu Mevleviler musıkide yani seste sessizliği arıyorlar huzuru dinginliği arıyorlar

Dermensch:
bende de öyle sessizliği arıyorum çoğu zaman hatta müziğe bile tahammülümün olmadığı zamanlar geliyor ama ruhla birleşen şeyler zevk veriyor her zaman

Üstinsanınizinde:
işte musıkide keşfedilmesi gereken o suskunluk kitapta diyorki musıki öyle sessiz olabilir ki es bile daha gürültili olabilir kitapta ilgimi çeken bir diğer cümlede şu "her şeyi bilmek için, belki de hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı."buda bir anlamda mevlevi öğretisine göndermede bulunuyor bildiğim bir şey var oda bir şey bilmediğimdir bu hem bir tevazu hemde aşkın gerçekliğe ve onun bilgisine bir göndermede bulunuyor.

Dermensch:
sessiz kalıyorum şimdide anlatımının akıcılığını bozmamak için.

Üstinsanınizinde:
en güzel musıki sessizliktir ne de olsa devam edeyim öyleyse ama arada müdahle et kaptırmayayım İhsan ktay Anar yine bir istanbul gezintisi yaptırdı bu romanda hemde tarihte bir yolculuğa çıkararak Yine kendimi tarihi istanbul sokaklarında dolaşır gibi hissettim Tasvirlerin mükemmelliği anlatımın akıcılığı ve Türkçeyi kullanıştaki ustalığına değinmeden geçemiyeceğim Kitabın adı ile ilgili çeşitli rivayetler var kimisi adının Galata Mevlevihanesindeki suskunlar adındaki mezardan geldiğini kimisi ise MEvlananın lakabı olan Hamuş (suskun) dan geldiğini idda ediyor bence İhsan Oktay her zamanki gibi her şeyi açıklamayarak romanı tamamlamayı okuyucuya bırakıyor Fransız sinemasının yaptığı gibi Kitapla ilgili internette bu kadar çok yorumun olmasının sebebide bence bu şimdi kısa kısa karakterlere ve göndermelerine değinmek istiyorum nuvârif bursevî efendi nuvârif [nuvârif bursevî efendi] adlı kahramanın adı tersten okunduğunda firâvun olmaktadır. bu, aynı zamanda zalim bir işkenceci olan bursalı firavun’un, hidayetini; yani ki tam ters bir yönde ilerleyişini simgeler. zaten, kendisi Mevlevi olmuş ve cenazesine binlerce insan dolmuştur.

Dermensch:
ve gezdiği yerlerde benim en sevdiğim yerler sanki kendimi oralarda o hikayeyi yaşıyormuş hissettim ruhum alıp alıp eski istanbul sokaklarına sürükler benide ne zaman dolaşmaya çıksam tek başıma.

Üstinsanınizinde:
evet Lazar ise İsa'nın dirilttiği Lazarus'a bir gönderme özelliği taşıyor Batın ve Zahir ise daha merkezi karakterler

Dermensch:
batın efen di mesela kitapta yok gibi ama her anına hakim kitabın batın efendi bir tanrı tasviri mi?

Üstinsanınizinde:
Batın romanda hiç görünmüyor ancak pek çok yerde adı geçiyor bu anlamda Batın ile Tanrı sembolize edilmeye çalışılıyor hiç görünmesede her yerde var sanki aslında, muhteşem neyzen bâtın efendi’yi, hıristiyan ilahiyatına göre tanrı şekline konumlandıran ve oğlu zâhir’i de aynı ilahiyat kurallarına göre isa mesih makâmına yerleştiren ihsan oktay anar, isa’nın “eli eli lema şevaktani” sözüne de atıfta bulunuyor olmalı. tanrım, tanrım, beni niçin terk ettin?” anlamına geliyor bu cümle İhsan Oktayın Tanrıyı bir neyzen olarak konumlandırması ve özellikle dünyanın 7 günde yaratılışını makamlar ve musıki ile anlatışı için söyleyecek kelime bulmakta zorlanıyorum bunu kendimi yazdı yoksa tasavvufta varmı bilemiyorum

Dermensch:
bencede olağan üstü bir anlatım mutlaka tasavvufi bilgiler eklemiştir ama bu denli büyüleyici bir anlatımla aktarmak zor iş.

Üstinsanınizinde:
ama her ne olursa olsun çok güzel Eflatun herzamanki gibi platon'a davut davut peygambere ve kalın musa da musa peygambere göndermeler taşıyor

Dermensch:
peki neden duymaz oluyor platon ve sürekli arıyor eflatun yani

Üstinsanınizinde:
yeri geldikçe değiniriz tekrar yine ilgimi çeken bir cümle var aslında eflatun sessizliği arıyor musıkide musıki ile sessizliği bağdaştırmaya çalışıyor onu sağır ederek İhsan Oktay korku yureksiz bir insanin nefreti, nefret de cesur bir insanin korkusur..bu söz gerçekten çok etkileyici gerçektende yüreksiz insan korkularından nefret eder kurtulmayı dener cesur bir insan ise nefrettten korkar nefretin ona kötü şeyler yaptırmasından çekinir

Dermensch:
şimdiyse insanlar nefret ve çekememzlikle yoğruluyor

Üstinsanınizinde:
kesinlikle yalnız bu kitabı derin bir musıki bilgi olan bir insandan dinlemek isterdim çünkü kitapta geçen makamlar rastgele serpilmemiştir

Dermensch:
ama arayışta olan kesim bilmem belki s.s den dinlemeli

Üstinsanınizinde:
orya buraya eminim bir mantık ve anlam örgüsüyle konulmöuştur yerlerine evet ondan dinlemek isterdim şimdi önemli bir noktaya daha değinelim
''Kusur benim imzamdır''
bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı’.
İhsan Oktay diğer tüm kitaplarında olduğu gibi bu kitabındada özellikle kelimelerin ve isimlerin yazılışında hatalar yaparak kusur benim imzamdır sözünün hakkını veriyor yer yerde olay kurgularında hatalara rastlanılabiliyor birbiriyle çelişkili gibi duran noktalar var ama bu onun imzası
"senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'gel' dememiz değil, ayrıca onların sana 'git' demeleri. hiç kimseye 'kötüdür' deme. aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır."bu sözde Mevleviliğe gönderme yapan ve etkilendiğim bir söz

Dermensch:
bende etkilenmiştim

Üstinsanınizinde:
zaman zaman bu durumla karşılaşıp kızdığımız olayların bize bazen güzel şeyler yaşattığına tanık olmuyormuyuz örnek seninle tanışmamız geçen gün konuşmuştuk

Dermensch:
evet nerelerden ne olaylardan çıkıp oralara ordan buraya geldik

Üstinsanınizinde:
zahir : zahir in calgicilar ile birlikte yedigi yemek hz isa nin son yemegine gondermedir.. isa yemekde "bu sarap benim kanim ekmek de etimdir yiyiniz efendiler demiştir Zahirde kavun ve rakıyla söylüyor bu sözü buda İhsan Oktayın hoş bir benzetmesi olmuş

Dermensch:
evet kelimelerle güzel oynuyor insanı düşünmeye itiyor ister istemez kitap

Üstinsanınizinde:
birde değinmek istediğim Eflatunun Mevlevihaneye yolcuğu sırasında karşılaştığı yedi adam var bu sanırım yedi büyük günaha gönderme yapıyor âsım ayrıca cüceye, her sabah, her öğle ve her akşam nevâ'yı hatırlatmasını tembihlemişti. bu tembih sonucu cüce, belirtilen vakitlerde ona gelip, "ey âsım efendi! senin kalbindeki yegâne sevgili, canın ve canânın nevâdır!" der demez, nevâ'yı hatırlayan adam bir âh çekiyor ve iç geçiriyordu.buda Hz. Ömere'e bir gönderme gibi geldi

Dermensch:
nasıl?

Üstinsanınizinde:
Zira oda bir adam tutmuş ve kendisine günde üç defa ölümü hatırlatmasını istemiştir. bir anlamda ölümle sevgili arasında bir bağ kuruyor sanki burda

Dermensch:
bunu bilmiyordum güzel tesbit


Üstinsanınizinde:
bu okurkende dikkatimi çekti araştırıkende gördüm farkedenler var

Dermensch:
şimdi ayrımsıyor insanın çok konuda bilgisi olmalı basit bir roman değil kesinlikle bilmesende öğrenmeye itiyor oysa biz ne basit yaşıyoruz ne inanıyoruz dediğimiz şeyleri ne inanmıyoruz dediğimiz şeyleri bilmeden.

Üstinsanınizinde:
okuduktan sonra düşünmek lazım üzerine belki sonra bi daha okumak ama ihsan Oktayın hiçbir kitabını iki defa okumadım büyüsü bozulmasın diye

Dermensch:
kesinlikle bir daha okumalı akarak 1günde halletmeli hatta

Üstinsanınizinde:
ben her kitabını zaten tek oturuşta okurum en doğrusu bu bak internette bulduğum bir yorum var bide"cüce, beyaz ut** anahtarı ile, fa'dan yarım perde daha tiz* ses veren bir siyah anahtara aynı anda bastı. çıkan ses, kendisini çağıran o uğursuz sesin aynısıydı. böylece, "musikideki şeytan" ruhuna giriverdi. "işte burada bahsedilen ut (do) ve fa diyez bileşeni music diabolicum olmakla beraber hatta ve vakti zamanında fazlasıyla şeytani bulunup, kilise tarafından yasaklanmıştır. buda ilginç bir ayrıntı

Dermensch:
Enteresan roman deyip küçümseyip atılamayacak bir kitap bu kimbilir tam anlamak istesen kaç tane kitap okuman gerekir.

Üstinsanınizinde:
kitabı özetleyen bir cümle var birde onuda yazayım
"her musiki, sesin degil de, aslinda sessizligin bir taklidi."derken sunu da soyledi:"musiki sessizlige ne kadar yakinsa, o kadar da mukemmel olur."

Dermensch:
ev vet

Üstinsanınizinde:
"sessizlik de bir perdedir. sessizligi isitebilirsin. 'es' bile, bu perdeye kiyasla, 'ses'tir.''
neva neyde bir sesmiş birde neydeki en temel en basit en duru ses diyorlar

Dermensch:
peki romanda kimi tasvir ediyor neydeki ses mi sadece

Üstinsanınizinde:
hayır sadece o değil tabiki

Diyorum ki:
peki kimi çağrıştırıyor

Üstinsanınizinde:
daha öncede değindim ya ölümün aşığa kavuşmayla özdeşleştirilmesi anlamında kullanılmış Hz ömer göndermesi

Dermensch:
öyle güzel açıkladın ki polemiğe giremedim tartışamadım konuşamadım

Üstinsanınizinde:
estağfurullah şunları altalta sıralayayım dur karakterleri
eflatun: filozof platonkalin musa: musa peygamberdavut: davut peygamberveysel efendi: veysel karani(?)bagdasar: isa'nin dogusuna iliskin yortu (dzununt)'daki sarkida adi gecen cobanibrahim dede efendi: ibrahim peygamber (dede efendi?)
ismail dede: ismail peygamberyusuf dede: yusuf peygamberrafael: melek raphaeltellak yahya: vaftizci yahyazahir: isa peygamberlazar: isa peygamber'in olu iken dirilttigi lazarustagut: seytankabil: adem peygamber'in oglu, kardesi habil'in katili kabilsanturi yakuta: havari yahuda (on iki calgici da on iki havari)batin: tanri

Dermensch:
veysel efendi?

Üstinsanınizinde::
peki yaşadıkları mahallenin ismi dikkatini çektimi? veysel efendi veysel karani deniyor internetteki yorumlarda

Dermensch:
sofu ayyaş çok güzel isim

Üstinsanınizinde:
evet oda iranik bir gönderme değilmi
istersen şöyle toparlayalım
"belki de susmak,gerçeği anlatmanın yegane yoluydu."

Dermensch:
sustum farkındaysan zaten baştan beri suskundum.

Üstinsanınizinde:
bizde burda susalım ve roman zihinlerimizde yaşamaya devam etsin olanca musıkisiyle inleyip dursun kulaklarımızda olanca güzelliğiyle istanbulo geçsin gözlerimizin önünden ve sözün bittiği yerde sessizlik başlasın birer Hamuşan olalım bizde






Online Sayaç !!!!!!

10 Haziran 2009 Çarşamba

IŞIK GÖLGE VAROLUŞ ÜZERİNE POLEMİK


Dermensch: platonun mağara mitosu hakkında bilgin var mı?
Üstinsanınizinde: kısaca gölgeler ışık gerçeklik ve varoluş diyebiliriz. Platon bir mağara ve mağara içindeki mahkumlardan bahsetmektedir.
Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önce boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocuklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor, ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar. Bir ayrıntı dikkat edilmesi gereken bu benzetmeyi yaşam olarak düşünmemek lazım.
Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor Ama tıpkı bizler gibi! Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanlarındakini nasıl görürler. Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görebilirler, değil mi?
Dermensch: evet ancak gözlerinin önünde olup bitenleri görebilirler, görürler ama geçen cisimleri nasıl algılayacaklar ne olarak algılayacaklar?
Üstinsanınizinde: şimdi işte problem orda başlıyor onlar sadece gerçek nesnelerin canlıların gölgelerini görüyorlar ve bu gölgeleri görmelerini sağlayanda arkalarında yanan ateş bu noktada platon mahkumlardan birinin kurtulduğunu düşünelim diyor
Dermensch: Kurtaralım bir tanesini ama ne değişecek kurtulduğunda kurtulan için zincirlerden başka? Ve ne görecek kurtulduğu anda ilk olarak
Üstinsanınizinde: Bu adamların zincirlerini çözer, bilgisizliklerine son verirsen, her şeyi olduğu gibi görürlerse, ne yaparlar? Mahpuslardan birini kurtaralım; zorla ayağa kaldıralım; başını çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın. Bütün bu hareketler ona acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak. Ona demin gördüğün şeyler sadece hoş gölgelerdi, şimdiyse gerçeğe daha yakınsın, gerçek nesnelere daha çevriksin, daha doğru görüyorsun, dersek; önünden geçen her şeyi birer birer ona gösterir, bunların ne olduğunu sorarsak n eder? Şaşırıp kalmaz mı? Demin gördüğü şeyler, ona şimdikilerden daha gerçek gibi gelmez mi?
kurtulduğunda ilk gördüğü elbette ışığın yansıması olan gölgeler değil ışığın kendisi güneş
Onu zorla alıp götürsek, dik ve sarp yokuştan çıkarıp, dışarıya, gün ışığına sürüklesek, canı yanmaz, karşı koymaz mı bize? Gün ışığında gözleri kamaşıp bizim şimdi gerçek dediğimiz nesnelerin hiçbirini göremeyecek hale gelmez mi? Yukarı dünyayı görmek isterse, buna alışması gerekir. Rahatça görebildiği ilk şeyler gölgeler olacak. Sonra, insanların ve nesnelerin sudaki yansıları, sonra da kendileri. Daha sonra da, gözlerini yukarı kaldırıp, güneşten önce yıldızları, ayı, gökyüzünü seyredecek.
Dermensch: birde bu zincirli yaratıklar birbirlerinin farkında mı yoksa sadece kendilerinin varolduğunu mu sanıyorlar?
Üstinsanınizinde: o insanlar dünyayı o mağarada gördüklerinden ibaret sanıyorlar platon bu benzetmeyi yaparken bizim gerçekliğe bakışımızı anlatmaya çalışıyor bizimde gerçekten gördüğümüzü bildiğimizi sandığımız şeylerin gerçekler değil onların gölgeleri olduğunu iddia ediyor
platon duyu organlarımızla algıladığımız dünyanın gerçek dünya olmadığını gerçek dünyanın ancak akıl ve sezgilerimizle algılanabileceğini savunmaktadır görünen dünyayı mağaraya benzetir mağarayı aydınlatan ateşte güneştir Üst dünyaya çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen güzellikler de, ruhun düşünceler dünyasına yükselişidir İnsan onu kolay kolay göremez. Görebilmek için de, dünyada iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur. Kavranan dünyada da doğruluk ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış hayatında bilgece davranabilir. platon bu noktada olayı tanrıya bağlamaya çalışıyor idealar dünyasının gerçek dünya olduğundan bahsediyor Tanrısal dünyaları seyretmiş bir kimse, insan hayatının düşkün gerçeklerine inince, şaşkın ve gülünç bir hale düşer. Karanlıklara alışmadığı, ilkin her şeyi bulanık gördüğü için, mahkemelerde, şurada burada doğrunun gölgeleri, ya da bu gölgelerin yansıları üzerine tartışmalara girip de doğruluğun kendisini hiçbir zaman görmemiş olanların yorumlarını çürütmek zorunda kalırsa, herkes yadırgar onu diyor
Dermensch: ama öyle yada böyle tanrı var ve bir de gerçek var ve gerçeğin yansıması idealar.
Üstinsanınizinde:tanrı elbette var ancak görünen dünyayı yani duyu organlarımızla algıladığımız dünyayı sırf herkes farklı algılıyor diye değişken olarak yorumlamak ve bu nedenden dolayı gerçek olmadığını iddia etmek ne kadar doğrudur bilemiyorum yani şimdi idealar dünyasının sezgilerle ve akılla algılanabileceğini iddia ediyor platon peki sezgilerin ve aklımızın duyumlarımızdan ve duyumsal dünyadan tamamen bağımsız ve her insanda aynı olduğunu söylemek mümkün mü elbette değil öyleyse idealar dünyası da bir o kadar değişken algılara açık bir dünyadır. mesela iyi idesi dünyada iyi diye addettiğimiz şeyler onun gölgesidir bu anlayışta peki iyi idesini bizim iyi algılamamız ve iyiye ilişkin tecrübelerimiz belirlemez mi
yani ben dünyayı duyumlar ve onların ötesindeki idealar olarak ikiye ayırmayı doğru bulmuyorum ve bunların birbirilerinden bağımsız olduklarını düşünmüyorum
Dermensch: ama bunları ileri sürebilmek içinde bilmek gerekiyor bilmemiz içinde ya öğrenmemiz ya da bize öğretilmiş olması gerekiyor. Ve kendimize göre de değişen doğrular var benim için iyi olan şey ya senin için kötüyse?
Üstinsanınizinde: elbette işte bu nokta zaten önemli görelilik her iki düzlemdede söz konusu olabilir duyumlar göreli olabildiği gibi sezgiler ve akli algılarda olabilir bu nedenle ışıkla gölgeyi (hangisi ışık hangisi gölge hangisi gerçek nesne ise) birbirinden ayırmak anlamsızdır ve yanlıştır ideaların bir somutluğu yoktur onlar bizim zihinsel ruhsal algısal akli veya gayrı akli kurgularımızdır ancak gördüğümüz duyduğumuz dokunduğumuz kokladığımız tattığımız varlıkları ve nesneleri kurgusaldır gölgedir ışık olmazsa onlar görünmez onlar sadece izdüşümüdür diye addemeyiz çünkü onlar idealar gibi kurgusal değildirler göreli olsa da varlıklarını somut olarak hissettiğimiz gerçekliklerdir platonun amacı her ne kadar filozof krallar yani dünyanın gündelik çekişmelerinden zevklerinden uzak gerçeklikleri algılayabilmiş aynı zamanda dünyanın geçekliklerini de bilen insanların dünyayı yönetmesini istese de ben o gölgeleri algılamayan gölgelerin dünyasının işleyişini anlamını mantığını kavrayamayan birinin o dünyayı idare etmesinin mümkün olduğuna inanmıyorum çünkü o farklı bir düzlemde sürekli sizin gördüğünüz duyduğunuz bildiğiniz gerçek değil diyecektir buda onun bu dünyada varolmasını imkansızlaştıracaktır
şimdi istesen biraz ışık gölge konusuna bu bağlamdan birazda olsa dışarı çıkarak dönelim, neler düşündün ışık ve gölge üzerine?
Dermensch: Gölgeler resimlerse ve resmedilen şeyler gerçekse biz gerçeğiz olmayan bir şey resmedilemez demek istedim kısaca yada gerçek değimiyle kandırılanlarız, bizler,herkes değil ama farklı olan insanlar arayışta olanlardır ve gerçeği aramak burdan geliyor. Gerçek kabul götürmez insan bilmediğini reddeder. O zaman gerçek kabullenilemez olanmıdır gibi düşünceler oluştu.Ben mesela gölge fotoğrafları çekiyordum bir ara almanyada olduğum sıralar özellikle yansımalar cisimlerden daha masum geliyordu sen gerçekte var olan cisme bir şeyler empoze edebilirsin ama gölgeler sade kalır her zaman insanın saf yansıması etkisiz ama saf ve saf şeylere değer azalsada ben seviyorum saf olanı. Saf olan temiz dir falan demiyorum bu yanlış anlaşılmasın saf yerine sade diyebiliriz belkide...
Üstinsanınizinde: gölgeler resimlerdir diyebilirmiyiz sence gölgeler resimlerdir diyemeyiz resimler bir tür gölgedir ama.
Dermensch: O Zaman nedir gölge yansımamı sadece eğer öyleyse bizler olmazsak gölgede olmaz öyleyse varlığımızın kanıtı mıdır gölgeler?
Üstinsanınizinde: gölgelerin ışığa ve nesneye ihtiyacı vardır o nedenle gölgeler bizim varoluşumuzun kanıtıdır diyemeyiz gölgeler yansımadan fazlasıdır nesnenin varlığının kanıtıdır bir anlamda nesnenin varloluş sürecinde etkendir çevremizdeki nesneler ve onlara ilişkin gözlemlerimiz ve tecrübelerimizde bizim varoluş hikayemizde yer aldığından gölgeler dolaylı olarakta olsa bizim varoluşumuza etki eder ancak ışıkla gölge arasındaki ilişki ilginç ışık olmazsa gölgede olmaz ve ışık olmazsa renklerde olmaz bunu düşündün mü hiç?
ben gölgelere tuhaf bir şekilde dikkat ederim özellikle kendi gölgeme ve öğrendiğim bir şey var gölgeler yanıltıcıdır ama onların yanıltıcı olmalarının sebebi ışıkla olan ilişkileridir gölgeler ışığın nesneleri çarpıtarak yansıtmasıdır aslında ancak zaman zaman gerçekle hayalin karıştığı gibi gölgeyle nesnede karışıyor hangisinin görüntüsü gerçek anlamında ışığın alabildiğine farkındayız aslında karanlık kör eder çünkü ancak bir çok şey gibi yokluğunda daha çok anlam kazanır ışık karanlıkta özleriz onuda.
Dermensch: peki isanı ele alırsak ruhmu ışıktır yoksa akıl mı ?
Üstinsanınizinde: ben ışığı insanın dışında konumlandırma taraftarıyım ama illa bir benzetme yapacaksak basit ilişkiye bakmalıyız ışık nesne gölge ilişkisine beden nesnedir varoluşumuz ışıktır hem bedenimizi hem ruhumuzu görünür kıldığı için ruh ise gölge çünkü varoluşumuz zaman zaman ruhumuzun farklı görünmesine neden olur tıpkı ışığın nesneyi çarpıtarak gölgeyi yanıltıcı yapması gibi ama asıl önemli olan varoluşumuzun bize nasıl ışık tutacağıdır bu da bağımsız değişken değildir ruhun ve bedenin tecrüblerinden etkilenir bu üç unsur karşılıklı etkileşim halindedir.
Dermensch: Dünya gerçeğin kötü bir kopyasıdır diyor platon. Peki onun gibi düşünürsek bizde varoluşun kötü kopyalarımıyız?
Üstinsanınizinde: ben buna katılmıyorum dünyanın gerçeğin kötü bir kopyası olduğuna hem ışığın gerçek nesneleri görmemizi sağladığını söyleyeceksin hemde gerçek nesneleri gölge konumuna indirgeyeceksin bence tüm insanlar bir şekilde kendi varoluşlarını oluşturuyorlar.
Dermensch: peki biz gerçeğiz diyormusun?
Üstinsanınizinde: elbette süreçte bir çok etken var elbette gerçeğiz bedenimizle ruhumuzla eylemliliklerimizle düşündüklerimizle seçimlerimizle yani bir bütün olarak varoluşumuzla gerçeğiz bizi her insanın farklı algılaması yorumlaması bizim gerçek olmadığımızı göstermez bizi değişkende kılmaz sadece bizim hakkımızdaki değerlendirmeleri değişken ve çeşitli kılar bu elbette varoluşumuzu etkiler ancak onu değişken ve tutarsız yapmaz yani gerçeğiz vesselam
Dermensch: peki akıl, ruh ve bedenin bir meyvasımıdır ama içlerinde bir beden varken yani somutken kendini ifade edebilirken...?
Üstinsanınizinde: ben bedeni ruhu ve aklı birbirinden ayrı gerçeklikler olarak görmüyorum bunlar biribirleriyle ilişki içinde olan gerçeklikler ve neden sonuç ilişkisine bağlanamazlar birbirilerini karşılıklı olarak etkilerler.
Dermensch: Bilinmeyen şey gerçek olamaz gerçek bilgiyi gerektirir diyebilir miyiz? Ve her bilgi doğru değildir? Hatta değişkendir?
Üstinsanınizinde: Aslında denebilir ancak bu ben bilmiyorsam bir şey gerçek değildir noktasına ve dolayısıyla hataya sürükler o nedenle temkinli olmakta fayda var elbette bilgi değişebilir ve bu önermeyle bakarsak gerçeklikte değişebilir denebilir ancak tam olarak öyle değil gerçekliğin temelinde yer alan bilgi doğru bilgidir ancak gerçekliğin temelinde sadece bilgi yer almaz bilgi sadece gerçekliğin farkında olmamızı sağlar. Gerçeklik orada duruyordur ancak biz onu bilmiyorsak farkında olamayız.
Dermensch: İnsan içgüdüleriyle kararlarına müdahale edebiliyor ama hatırladıkları ve öğrendikleriyle var oluyor. Ama gerçeğin peşinde olan çok az insan var. Genelde kukla gibi yaratıklarız biz
Üstinsanınizinde: Bence öyle ayırmamak lazım içgüdüleriyle kararlarına etki ediyorsa bu varoluşunuda etkiler çünkü kararlarımızı eylemlerimiz etkileyen herşey varoluş sürecimizde etkendir herkesin gerçeğin peşinde olması da anlamsız.
Dermensch: Neden inandığımız şeyi kesin doğru kabul eder ve başkalarını da buna inanmak zorunda zannederiz?
Üstinsanınizinde: Bu iş filozofik bir uğraş bu tavır doğmatik bir tavır gerçek ve doğru sadece bizim bildiğimiz değildir fil benzetmesi vardır gözleri bağlı insanları file dokunarak bunun ne olduğunu tahmin etmeleri istenir herkes farklı şeyler söyler aslında gerçekliğin bütünlüğü tüm onların söylediklerinden başka bir şeydir kendi bildiğimize insanları inandırmaya çalışma çabası ileri götürüldüğünde bir güç mücadelesi ortaya çıkar buda iktidarı doğurur halbuki dediğim gibi gerçeğe ilişkin tek bir bakış açısı olmadığı gibi bazende gerçek tüm bunların toplamı veya toplamından da farklı bir şey olabilir.
Dermensch: insan inanmak istemediğine inanmaz. İsanın içinde neye inandığını ne tasarladığını kendinden başkası bilemez o yüzden ben gerçeğimdir demek saçmamı peki?
Üstinsanınizinde: aslında inanmak ve inanmamak zannedildiği kadar iradi bir şey değildir inançlarımızı varoluşumuz etkiler inanışlarımızda varoluşumuzu bu süreçtede birçok etkenle karşılaşırız yani varoluş ne kadar iradi ise inanmak ya da inamamakta o kadar iradidir kesinliklerden kaçınmak lazım elbette rölativizme düşmeden elbette insanın içinde neye inandığını ve ne tasarladığını kesin olarak bilmek zordur ancak insan eylemleriyle tercihleriyle yani varoluşunun görününr kısımlarıyla bunları az çok belli eder ve bence bunun gerçek olmak ya da olmamakla alakası yoktur birileri bizim ne düşündüğümüzü kesin olarak bilsede bu bizim gerçek olmadığımızı göstermez.
Dermensch: Gerçek ya da doğru bize gösterildiğinde bunu kabullenemeyiz de demek ki iç ve dış düşünceler arasında bir denge olmalı ya da var insan işine geldiği kadarını dışardan alıyor ama farkında olmadan özendirilmeyle dayatılmış şeylerde var onlarıda kendi gerçekleri sanıyor ve ortaya bir denge çıkıyor yada kişi gerçek kişi çıkıyor şimdide öyle değilmi televizyon ve medyayla inandırıldığımız pek çok doğru yok mu?Üstinsanınizinde: dediğim gibi varoluş sürecinde bir çok etkenle karşılaşıyoruz hele günümüzde o kadar yoğun bir mesaj bombardımanı altındayız ki hangisi gerçek hangisi değil hangisine inanmalıyım ya da inanmamalıyım şaşırıyoruz elbette bir çok mesajda medyanın süzgecinden geçince çarpıtılarak sunuluyor sonuçta işin içine değerlendirme ve yorum giriyor çıkarlar ve güç mücadelesi giriyor bu da gerçekliği bilgiyi inanış ve tercihleri etkiliyor kısacası dediğim gibi varoluşumuz yüzde yüz iradi değil bir çok etken altında ve bir çok şeye değerek ortaya çıkıyor kendimizi ıssız bir adada bir mağaraya kapasak bu seferde oranın fiziki koşulları sesler ısı ışık gölgeler işin içine giriyor ve etkili oluyor varoluş hikayemizde. Velhasıl varoluş çetrefilli bir yol.

ARAF, iyinin ve kötünün ötesinde ve onları bilenlerin tepesi...