29 Şubat 2008 Cuma

TÜKETİLENİN BELİRSİZLEŞTİĞİ TOPLUM; TÜKETEN Mİ, TÜKENEN Mİ?



Tarih boyunca insanlar hep gelecekte hatırlanmak üzerine bir şeyler yapmışlar geleceğe yönelik eserler meydana getirmişler varlıklarını kanıtlamak istercesine…

Peki ya şimdi, günümüzde? Günümüz insanının tüm çabası anı yaşamak üzerine. Bütün düşünce elde edilebilecek en yüksek faydayı sağlamak, rahat edebilmek için yaşamak en lükse sahip olabilmek, sahip olabilmek için en çok çalışmak, kazanmak için her şeyi mubah saymak. Çağın bizi getirdiği nokta belki de bu, daha çok kazanmak daha çok tüketmek ve apansızın gerçek manada hiçbir şeye sahip olmadan ölüvermek. Yaşarken hayatın manasını anlayamıyor insanoğlu peki ya öldüğünde?

Herkesin yakındığı ve umursamadığı konu aslında tüketim, küreselleşmenin ve kapitalizmin insanları getirdiği bilinçsiz tüketimden ve bunun sebep olduğunu iddia ettiğimiz kötü durumdan yakınıyoruz sürekli. Peki gerçekten çok mu fazla tüketiyoruz? Öncelikle belirtmem gereken şey tüketmekle kastettiğim şeyin sadece eşyalar yahut yemek yada içmekten ibaret olmadığıdır. Her an karşımıza sıklıkla çıkan bir kavram, bir deyim halinde tükenmek, tüketilmek, tüketim. Tüketimi tek bir kalıba sokmak mümkün değildir çağımızda, tüketim dediğimiz ve kötüleyerek bahsettiğimiz konuya girdiğimizde bazıları dilin tüketildiğini bazıları kültürlerin tüketildiğini söyleyecek bazıları tüketim dediğimizde alış verişin kötülüklerinden bahsedecektir ama tüketilen ve tükenen şeylerin merkezinde duran insan pek az kişinin farkına varacağı bir şey olacaktır insanlar ya maddeleştirilmekte yada sahip olduğu maddelerle ifade edilmektedir günümüzde kültürlerin nesillerin, hayvanların, dillerin, türlerin, ahlaki değerlerin, adetlerin kısacası eksikliğini hissettiğimiz her şeyin tükenip yok olduğundan bahsediyoruz ama asıl ihtiyacımız olanın kendimiz kendi kararlarımız olduğunu itiraf edemeden kendimizden kaçarak gene kalabalıkların içinde kaybediyor kendimizi ve unutmak için tüketmeye yöneliyoruz.

Aslını söylemek gerekirse tüketim kavramı dahi dillere pelesenk edilip yoklaştırıldı tüketmekte tükenmekte farkında olmadığımız alışıp görmezden geldiğimiz şeyler oldu.

Belki de tüketimi bile tüketti çağımız.

Tüketiyoruz; peki ama o tükettiklerimize sahip olabiliyor muyuz?

Tahsin yücelin kumru ile kumru romanında geçen şu cümleden hareket edebiliriz belki bu noktadan sonra: ‘televizyonu olmayan bir kadın kumru gittiği her yerde televizyondan bahsedilmekte sürekli televizyonun öğreticiliğinden eğiticiliğinden ve eşiyle bir televizyon almaya karar verirler paraları olmadığından eşi patronundan borç ister ve televizyonu isteyen bu çiftle alakalı şöyle düşünür patronları ‘demek benim gelin uşaklığı seçiyor elinde bir uzaktan kumanda bulunsun istiyor, herkes gibi. Alacak uzaktan kumandayı eline, dünyalara kumanda ettiğini düşünecek gerçekte uzaktan kumandanın ona kumanda ettiğini, kendisinin uzaktan kumandayla çalıştığını hiçbir zaman bilemeyecek, herkes gibi.’’1


Acaba sürekli elde etmeye çalıştıklarımız bizim gerçek ihtiyaçlarımız mı? Yoksa bilinçsizce arzulayıp elde ettiğimizdeyse kısa bir heyecanın ardından şöyle bir bakıp sonra burun kıvırdığımız hiçbir şey hissetmediğimiz hatta ona sahip olmaktan hoşnutsuzluk duyup farkında olmadan bize dayatılan daha iyi daha yenisine sahip olma isteğiyle birlikte bir kenara ittiğimiz şeyler mi tükettiklerimiz?

‘Gerçek ihtiyaçlar olmaksızın gerçek zevklerden söz edilemez’2
Diyor tam bu noktada Schopenhauer çoğumuz duymuşuzdur hatta yaşayanlarımızda olmuştur eski bayramlarda alınan elbiselerin, yatarken başucuna konulan ayakkabıların hikâyelerini. Hala ne büyük şevkle anlatırlar hatırlayanlar o günleri peki o hikâyeleri anlatanlar daha sonra hiç mi bir şeye sahip olmadı? Tabiî ki bütün hayatları boyunca pek çok şeye sahip oldular ya da sahip olduklarını sandılar. Yaşadıkları kalan sürede kaç kez kendileri için bir şey daha yaptılar? İnsanlar ihtiyaçların varlığından habersiz bir hale gelip aslında ihtiyacı olan şeyleri yapması zorunlu şeylermiş gibi gördü ya da öyle görmeye şartlandırıldı.

Tabiî ki insanların mecbur oldukları durumların olduğu kaçınılmaz bir gerçektir mesela bir işte çalışmak; çoğu kimse sahip olmayı hayal etiği şeylere kavuşmak için bir araç olarak kullanma niyetiyle başlar bir işte çalışmaya ama sonra? Sonra hayatın akışı tabir edilen akışa kaptırırız kendimizi amaçlarımız ve araçlarımız yer değiştirir kızdığımız sıradan insanların arasına karışıp yeni doğrularla baş başa kalırız ve gelinen bu nokta farkında olmadan yönlenmelerin, başkaları hoşlansın diye başkalarına benzemeye uğraşmaların, öbürünün varmış diye sahiplenmelerin insanı olduğumuz noktadır.

En başta bahsettiğim konuya dönersek insanlar yaratmaktan, kalıcı olmaktan çok uzaktalar günümüzde sadece kendilerine hedef gösterilene diğerlerinin gerisinde kalmadan ulaşmak ve gösterilecek yeni hedefler için tetikte olmak amaç. Sadece yaşanılan andan ibaret sayıyoruz hayatı ve geçmişi yok sayarak ve gelecekten bi haber olarak yani doğmuş olduğumuzu ve öleceğimizi fark etmeden yaşıyoruz.

Örnek alarak kendimiz olmak ile hayranı olup sonrada o hayranı olduğumuzun kopyası olmak arasındaki farkı algılayamayan kişiler de olduğumuzdan dayatılanı tüketir tükettikçe tükenen insanlar olduk. Örnek almaktan kastım ben şunu örnek alıyorum çıkış noktasıdır burada sonuçta Amerika’yı yeni baştan keşf edemeyiz ama bir işe başlarken bizden öncekilerin yaptığı doğruları alarak kendimizi var edebiliriz oysa hayran olma bahsinde ortada ulaşılamaz görünen, başkalarınca var edilmiş ve ancak onun gibi olunduğunda başarı yakalanılacakmış gibi gösterilen zorunlu bir model vardır. Ve zirveye ulaşamadıkça mutsuz olan kendini yetersiz hisseden bir insan oluşur bu insan kendisiyle yüzleşmemek baş başa kalmamak için her şeyi yapar. Uzak durulması gereken yegâne şey kendisi olmuştur ve kendisini sadece sahip olduğu satın aldığı şeylerle ifade edebilir hale gelmiştir insan.

Amaçsızlıktan dolayı belki de bütün bunlar, sadece sahip olma hırsı yüzünden başkalarında da olana. Belki de yeniyi yaratmanın zorluğundan, başarısız olmaktan korkmaktan ya da sorumluluğun yükünün ağarlığından. Neden her ne olura olsun insanoğlu çoğunlukla hükmedilmesinden ve yönlendirilmekten hoşlanır. Her ne kadar bağımsız olmaktan hoşlandığı söylense de emir almaktan hoşlanır aslında ya da, hoşlanmasa da kolay olanı seçer düşünmek karar vermek ve gerçekleştirmektense söyleneni yapmayı tercih eder.
Ve tüketmekte kısıtlandırılmış bu insanın en büyük ödevidir.

1 Tahsin Yücel Kumru ile kumru can yayınları Sayfa:163
2 Schopenhauer Okumak yazmak ve yaşamak Üzerine Şule Yayınları Sayfa:31

Hiç yorum yok:

ARAF, iyinin ve kötünün ötesinde ve onları bilenlerin tepesi...