21 Şubat 2008 Perşembe

ON DOKUZUNCU YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE TÜRK POLİTİK MODERNLEŞMESİ: CEMAAT TOPLUMUNUN SİYASAL KÖKLERİ



ON DOKUZUNCU YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE TÜRK POLİTİK MODERNLEŞMESİ: CEMAAT TOPLUMUNUN SİYASAL KÖKLERİ
On dokuzuncu yüzyılın akademik dünyada ikiye ayrılarak analiz edilmesi son yıllarda teamül haline gelmeye başlamıştır. Bunun sebebi on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve bugün içinde bulunduğumuz toplumsal, kültürel, siyasal ve bireysel sorunlara zemin hazırlayan dönüşümlerin yarattığı önemli etkilerdir. Bu asır çeşitli alanlardaki çalışmalarda kazandığı popülerliği de bu özelliğine borçludur. On dokuzuncu yüzyılda kültürde bir bunalımın yaşandığı göz ardı edilemez. Bu yüzyıl kitle toplumunda kültürel değerler de diğer değerler gibi muamele gören birer mübadele değeri halini almışlar ve tüketime konu edilmişlerdir.
[1] Üretim ilişkileri, kentlerin nüfusundaki yüksek hızlı artış, kültürü ve sanatı yı[2]ğınlarla birleştirme çabaları, zorunlu eğitim, devlet tarafından yürütülen gerçeklik politikaları, kitlesel basının etkileri, eğlence ve kültür endüstrilerinin yarattıkları tahribatlar gibi bir çok kitleselleştirici etki kültürde ve toplumsal yapıda bir çözülmeye yol açmıştır.
P. Wagner’e göre, on dokuzuncu yüzyılın toplumsal şekillenimi güçlü bir paradoksun damgasını taşımaktadır. Bir yandan yükselmekte olan seçkinler modern, bireyci ve rasyonalist kültürü geliştirmektedir ve bunun karşısına çıkacak herhangi bir alternatifi yok etme eğilimi taşımaktadır, öte yandan kendine yeterli bir bireyci liberalizmin imkansızlığı konusunda da görüşler söz konusudur.
[3] On dokuzuncu yüzyılın ortasından 1920’lere kadar modernliğin dinamikleri konusunda önemli soruşturmalar birbirinin peşi sıra geliştirilmiştir. Geç on dokuzuncu yüzyılda entelektüeller liberal teorinin hem siyasette, hem de ekonomide toplumsal pratikleri anlama ve bu pratikler için ölçütler sağlama konusunda başarısız olduğunun farkındaydılar. Bu entelektüeller farklı yönlerden liberal teoriye ve modernliğe yönelik eleştiriler geliştirmiştir.[4]
Modernizm on dokuzuncu yüzyılda zirveyi ve krizi birlikte yaşamıştır. Modernizm bir çok alanda zirveye ulaştıktan sonra toplumsal, kültürel ve siyasal alanda krize girmekten kurtulamamıştır. O. Paz, on dokuzuncu yüzyılı bir yandan modernitenin doruğu olarak görürken öte yandan modernitenin krize girdiği bir çağ olarak algılamaktadır. Ona göre, on sekizinci yüzyılda çeşitli polemikleri de içinde barındıran eleştirel düşünceler Avrupa ülkelerinin hemen hepsi ve ABD tarafından paylaşılan ilkeler haline gelmiştir. Batı uygarlığı büyümüş, genişlemiş ve kendi kendini onaylamıştır. Ancak, on dokuzuncu yüzyılın sonunda Batı uygarlığının merkezlerinde, inanç ve değer sistemlerini olduğu kadar, politik, ekonomik ve toplumsal kurumları da etkileyen bir rahatsızlık baş göstermiştir. İçinde bulunduğumuz yüzyıl ise bu krizin gelişip radikalleştiği bir çağdır.
[5]
On dokuzuncu yüzyılın düşünsel dünyasına,aslında daha önceki yüzyılların düşünsel gelişimine de etki etmiş iki zıt eğilim damgasını vurmuştur; on dokuzuncu yüzyılda daha net çizgilerle ayırt edilebilen ve belirginleşen bu eğilimler iyimserlik ve kötümserlik eğilimleridir. Bu çağın önemli düşünürlerinin bir çoğu Schopenhauer’in felsefesinin etkisiyle gelişmekte olan olaylara karşı kötümser bir yaklaşım sergileyerek bu olaylara ve bu olayların yaşanmasına neden olduğunu düşündükleri değerlere yönelik eleştirel bir yaklaşım geliştirmiştir. Bazı düşünürlerse bu olayları katılımın genişlemesi, kitlelerin elit değerlerle buluşması, daha çok insanın modern değerleri özümsemesi, eşitlik, demokrasinin gelişmesi ve sanatın kitlelerle kucaklaşması gibi bağlamlarda değerlendirerek, bu çağda yaşanan değişimlere karşı olumlu bir yaklaşım geliştirmiştir.
S. Mestrovic, fin de siecle düşünürlerinin kötümser tutumlarının genel açıklamasını şu noktalarda bulduğuna dikkat çekmektedir:
‘‘İrade akılcı zihinden daha güçlüdür ve iradenin modern toplumun dağılmasıyla aynı zamanda gerçekleşen aydınlanmasının ardından iradenin bastırılarak düzenlenebilmesi imkansız hale gelir. Sonuç: Kendilerini baskı altında tutan engelleri gürültüyle aşarak yıkan arzuların ölümsüz sonsuzluğu olarak Durkheim’in anomisi; mutsuzluğa yol açmayı göze alarak uygarlığı ortaya çıkaran Eros’un beslediği Freud’un id’i; Nietzsche’nin Apolloncu formlarından doğan Diyonizyak güçleri; Tönnies’in Gemeinschaft’ının yerine geçen Gesselschaft’ın rasyonel iradesi ve Simmel’in Modern Kültürde Çatışma çalışması da dahil olmak üzere, bu çatışmanın bir çok farklı versiyonu.’’
[6]

Bu düşünürlerin en popülerlerinden biri olan Nietzsche on dokuzuncu yüzyılın sonunda: ‘‘En yüksek değerlerin kendilerini değersizleştirdikleri’’ bir durumun yaşandığını ve nihilizmin kapıda olduğunu belirtmektedir. Ona göre Avrupa kültürü sanki bir felakete doğru ilerlemektedir. ‘‘Yıllar boyunca daha da büyüyen bir gerilimle; huzursuz, şiddet dolu, boylu boyunca nihayete erişmeyi özleyen, artık yansıtmayan yansıtmaktan korkan bir nehir gibi’’
[7] Nietzsche’nin felsefesinin temeli bir modernizm ve akılcılık eleştirisi üzerine oturmuştur. On dokuzuncu yüzyılın sonunda ortaya çıkan toplumsal ve kültürel çözülme Nietzsche’nin anlatısında son derece açık bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Ona göre bu çağ nihilizm çağıdır ve o felsefesini nihilizmi alt etme üzerine kurmuştur. Nietzsche bunun için irrasyonel güçleri harekete geçirmeye çalışır. Modern bilgi ve hakikat kavramlarını eleştirir, anti-hümanist bir yaklaşım geliştirir ve ebedi dönüş anlayışıyla modern ilerlemeci tarih anlayışına karşı çıkar.

Nietzsche’ye göre, on dokuzuncu yüzyıl Avrupa kültürü, sürü değerlendirmelerine ve bunların çatışmasına dayanan bir kültürdür: Bilime, insan aklının sınırsız gücüne ve insanların eşitliğine olan inancıyla insanları iyimser yapmak isteyen bir kültür. Avrupa’nın moral değerler sistemi dinsel arka planını yitirince nihilizme doğru yönelmiştir. On dokuzuncu yüzyıl sonları Avrupa’sının bütün yaşam ifadelerinde kendini gösteren çöküntü, Avrupa kültürünün çöküntüsüdür.
[8] Nietzsche doğallığını kaybetmiş bir kültürle hesaplaşmaktadır. Bu doğallık yitimi ise Sokrates sonrası filozofların güç istemine, iç güdülere karşı onu dizginleyecek aklı koymaları ile başlamıştır.Modern insan çöküntü yaşamaktadır. Nietzsche’nin Tanrının öldüğünü ilan etmesiyle, hastalıklı, orta dereceli hale getirilmiş Avrupa insanı yaşadığı boşluk nedeniyle değersizliği ve anlamsızlığı genelleştirmiştir.[9]

Bu bağlamda Türk politik modernleşmesini değerlendirmek gerçekten ilginç sonuçlar doğurmaya adaydır. On dokuzuncu yüzyıl tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğunda da baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir dönem özelliği arz etmektedir. Politik, kültürel, toplumsal, ekonomik ve her şeyden önemlisi düşünsel anlamda on dokuzuncu yüzyıl imparatorluk dünyası son derece hareketli ve bir o kadar da karmaşık bir görünüm sergilemektedir. Bu bağlamda İttihat ve Terakki Hareketi, Jöntürk Hareketi, Yeni Osmanlı düşüncesi ve tüm Avrupa’da yayılan ulusalcı değerlerin ortaya koyduğu tablo Osmanlı İmparatorluğunun yapısal dönüşümünde son derece etkili bir rol oynamıştır. Bu dönüşümlerin kökenini de elbette on dokuzuncu yüzyılda tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı dönüşüm ile ilişkilidir.

Özellikle 18. yüzyıldan itibaren çözülmeye ve bozulmaya başlayan fetih, ganimet ve askeri temelli bir vergi sistemine dayanan ekonomik yapının geçirdiği dönüşüm on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunu kökten etkilemiştir. Bunun yanında Osmanlının kültürel zenginliği politik- kamusal bir kısırlıkla at başı gitmektedir. Osmanlı politik kültürünün hakim teması muhafazakarlık- ilericilik geriliminden temellenmektedir. On dokuzuncu yüzyıl Avrupa toplumunda yaşanan kaotik yapı, İmparatorluğun gidişatına ilişkin endişeler besleyen dönemin Türk seçkinlerini de etkilemiştir. Enformatik kültürel bütünleşme sorunsalı, merkez- kenar ilişkileri, bütünleşme sorunsalı tarihsel olarak aralarında haberleşme düzeyi düşük olan mikro cemaatlerden müteşekkil Osmanlıda enformatik kültürel araçları yaygınlaştırarak cemaat esasında bir ölçek artırma sorunsalı haline gelmiştir. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı aydınlarının çabaları, ulaşım ve iletişim teknolojisinin ilkel düzeyleri ve geleneksel hayatın hareketsiz yapısı nedeniyle etkili olamamıştır. Elbette yaşanan gelişmeleri bu sorunlara indirgemek mümkün değildir. Moderniteyi geç ve sancılı bir şekilde yaşamak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal kaosun etkileri ve tezahürü Avrupadakinden son derece farklı olmuştur.

Osmanlı Modernleşmesi aslında hiç de köktenci değildir. Tam tersine bürokratik muhafazakarlık özelliği taşımaktadır. Osmanlı politik seçkinleri, Avrupa’nın bürokratik devrimini, içerdiği diğer diyalektiklerden sıyırarak, kendi tarzında algılamıştır. Osmanlı modernleşmesi merkez ile kenar arsındaki kültürel çatışmanın doğasını değiştirmiştir. Osmanlının yerleşik kültürel kodlarının, değişmeye dönük seferber edilememesi sivil sosyalliklerin zafiyeti ile ilişkilendirilebilir.Değişmeye dayalı kültürel çerçeveler Osmanlıda iç dinamikler üzerine değil, tarihsel dinsel çatışma kategorilerini keskinleştiren ve iç hesaplaşmaya dönüştüren bir düzeyde gelişmiştir.
[10]

Şu kadarını söyleyebiliriz ki, On dokuzuncu yüzyılda özellikle toplumda, kültürde, politik kürede ve bireyde yaşanan dönüşümün Osmanlıya etkileri Avrupa’dakinden farklı şekilde tezahür etmiştir. Avrupalı yaşam biçimlerini taklit etmeye çalışan küçük elit Avrupa görmüş aydın gruplar dışındaki büyük çoğunluk bireyselleşme, tüketim ve hedonizm yönünde bir evrilmeye yönelmemiştir. Ancak bu durum yaşanan gelişmelerin Osmanlıda hiçbir etkisi olmadığı şeklinde algılanmamalıdır. On dokuzuncu yüzyılın karmaşık gelişmeleri Osmanlının toplumsal çekirdeğini oluşturan cemaat yapısında önemli dönüşümlere neden olmuştur. Bu dönüşümün etkileri sadece kültürel ve toplumsal olmakla kalmayıp kamusal ve siyasal söyleme de önemli yansımaları olmuştur.

Modernleşme Osmanlı toplumunda hiçbir şekilde cemaatlerin yok olması gibi bir sonuç doğurmamıştır. Ne kurumsal hayatın kazanımları ne de profesyonelleşme cemaatlerin kökleri derinlerde olan kültürel kodlarını tasfiye edebilmiştir. Zaman içinde cemaat tipi ilişkiler ve işlemler kurumsal hayata ve profesyonel örgütlere sirayet edebilmiş ve kendisini bu suretle yeniden üretebilmiştir. Bugünkü anlamda politik kirlenme olarak tanımlanan durum bu bağlamda açıklanabilir. Türkiye’de hala politika topluluklar ve bireysel değerler temelinde değil, politik cemaat temelinde ifade edilmektedir. Bu bağlamda Osmanlıdan günümüze politik modernleşme değerlendirildiğinde görülecektir ki, cemaat yapılanmasının Türk politik kültürü üzerinde ki etkisi hiçbir dönemde azalmamıştır. Aksine günümüzde olduğu gibi, cemaat tipi yapılanmaların politik küreye etkileri daha da genişleyerek sürmektedir. Türk politik hayatının bu durumu dinsel kökenli cemaatlerinde politik hayatta etkin olmaları sonucunu doğurmuştur. Cemaat yapısının toplumsal, kültürel ve hatta ekonomik yapı üzerinde bu denli etkili olması, siyasal tercihleri ve siyaset dünyasının kurallarını dahi etkilemektedir. On dokuzuncu yüzyılın Avrupa’da ve Türkiye’de yarattığı toplumsal, kültürel ve ekonomik etkilerini Türk politik modernleşmesi ve cemaat ilişkileri bağlamında analiz etmek son derece önemli sonuçlar ortaya çıkaracak ve beklide Türk politik yapısının kaygan zemininde politika üretmenin imkanlarına ışık tutabilecektir.



[1]Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, Çev:Bahadır Sina Şener, İletişim Y., İstanbul-1996, ss.233-250
[2]
[3], Peter,Wagner, Modernliğin Sosyolojisi, Çev: Mehmet Küçük, Doruk Y., Ankara-2003 ss.120-121
[4] Wagner, A.g.e., ss.122-125
[5], Octavıo,Paz, ‘‘Şiir Ve Modernite’’, Çev: Nilgün Tutal, Modernite Versus Postmodernite İçinde, Der:Mehmet Küçük, Vadi Y.,Ankara-2000., ss.189-198
[6] S.G. Mestrovıc, The Coming Fin De Sıcle, London And New York: Routledge-1991, s.70
[7] Harvey, A.g.e., s.306
[8]Aynı eser, ss.143-151
[9]Hediye Ekinci, ‘‘Büyük Öğle’’ , Kaygı Felsefe Dergisi, Uludağ Üniversitesi Felsefe Topluluğu, Bahar –2002, ss.21-25
[10] Süleyman Seyfi Öğün, Türk Politik Kültürü, Alfa Y., İstanbul-2000, Ss. 250-258

Hiç yorum yok:

ARAF, iyinin ve kötünün ötesinde ve onları bilenlerin tepesi...